KURAN ÇÖZÜMLEMELERİ (1)
AHKÂM AYETLERİNİN ÇAĞLARÜSTÜLÜĞÜ HAKKINDA
Esat ARSLAN
12 Haziran 2024
6 Zilhicce 1445
Kuran evrensel ve çağlarüstü bir sanat klasiğidir. Ve her edebiyat eleştirmeninin bildiği üzere, klasik bir şaheser, yerel ve tekil bir örneği malzeme olarak alır, onu sanatkârane işler ve bu yerel ve tekil örneği evrensel bir mesajın çekirdeği ve arketipi haline getirir. Bu durum Kuran için de böyledir.
Ünlü
İslam düşünürü Roger Garaudy’nün dediği gibi, Kuran’ın ahkâm
ayetlerini zahiriyle ve yedinci asır Arabının bilinciyle sınırlı okuyacaksak bu
ayetler yerelliğin üstüne çıkıp da evrenselleşemez. Zira Kuran’da yedinci asır
Arap toplumu dışında hiçbir geçerliliği olmayan zıhar adeti, haram aylarda
savaşma ve ihramlıyken avlanma gibi hususlara dair düzenlemeler görürüz.
Garaudy’ye göre Kuran’ın evrenselliğini ve çağlarüstülüğünü kavrayacaksak, bu
yerellikte takılıp kalmamalı, bu yerel hükümlerin arkasındaki evrensel gayeyi
ve felsefeyi keşfetmek zorundayız.
Fazlurrahman gibi tarihselci düşünürlerimiz Kuran’da zahiri
itibariyle yerelliğin ötesine geçmeyen ahkâm ayetlerin arka planındaki evrensel
felsefeyi keşfetmek için bu ayetlerin yedinci asır toplumunda ne anlam ifade
ettiğine baktılar. Yani “bu yerel ayetlerin tarihte gözettiği gaye ne idi,”
bunun muhasebesini yaptılar. Ve bu yaklaşımdan hareketle Kuran’ı çağlarüstü bir
ahlak mesajı olarak formüle etmeyi becerdiler.
Fakat
sonunda tarihselcilik de bir çıkmaza girdi. Zira tarihselciler Kuran
ayetlerinin anlamını onun zahirine, bu zahiri de yedinci asır Arabının bu
zahirden anladığı içeriğe sınırlandırmışlardı. Tarihselcilik çok güzel meyveler
verdikten sonra, bugün Mustafa Öztürk örneğinde gördüğümüz
üzere, Kuran’ı Allah’ın kelamı değil de, Muhammed’in havsalasının ürünü olarak
görmeye yönelten bir süreç başlattı yakın tarihte. Tarihselci İslam’ın doğru
bir İslam tasavvuru oluşturduğuna inanıyorum. Fakat bu dediğim çıkmazla da
malül kaldığına inanıyorum.
Oysa
Kuran’ın yerel ve tekil ahkâm ayetlerindeki çağlarüstülüğü ve evrenselliği
görmenin alternatif bir yolu var. O da şu: Kuran’ın görünüşte yerel ve tekil
görünen ahkâm ayetlerinin edebi sanatlarla örülü olduğunun farkına varmak ve
Kuran’ın nasıl bir sanatkârane işleyişle bu yerelliği ve tekilliği evrenselliğe
taşıdığına odaklanmak.
Bu
yöntemin Kuran’da da bir temeli var. Zira aşağıdaki Kuran ayetinde göreceğiniz
üzere, Allah, Kuran’ın tamamının çiftanlamlı ve sembolik bir dille nüzul
ettiğini beyan eder. Ve her sanat okurunun bildiği üzere bir beyanın zahirinden
başlayıp onun derinindeki anlamını keşfetme çabası insanın derisini ürpertir.
Aşağıdaki ayet bu hususu beyan eder.
ZÜMER
23. Allah sözün en güzelini (Kuran’ı) çift anlamlı sembolik (müteşabihen
mesani) bir kitap olarak indirdi. Ondan Rablerine saygısı olanların derileri
(tüyleri) ürperir. Sonra derileri de kalpleri de Allah'ın zikrine karsı
yumuşar: işte bu, Allah'ın rehberidir. Allah onunla dilediğin; doğru yola
çıkarır. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet edecek yoktur.
O
halde Kuran’ın zahiren yerel görünen ayetlerindeki çağlarüstülüğü kavrayacaksak
edebi çözümleme yapmamız gerekiyor. Bu edebi çözümleme ise sadece sofistike
edebiyat eleştirmenlerine ait bir lüks değil, lise edebiyat zevkiyle donanmış
bir gencin bile yaşayabileceği bir tecrübe.
Örnekleri
vereyim.
…
Aşağıdaki
ayeti zahiriyle sınırlı okuyacaksak bu ayetin hiçbir güncelliği yoktur. Zira
çağımızda kimse leş yememekte, kan içmemektedir. Oysa Allah bu ayete o kadar
önem vermektedir ki bir manifesto gibi Kuran’da en az beş defa bu hükmü
zikreder.
Ayet
şöyle:
EN’AM
145. De ki: "Bana vahyolunanlar arasında, leş, dökülen kan, mide
bulandırıcı olan domuz eti veya Allah'tan başkasının adı anılarak açık bir
günahla kesilmiş olandan başkasını, yiyecek bir adama haram kılınmış bir şey
olarak bulmuyorum.
Fakat
ayetin zahiriyle sınırlı kalmayıp edebi çözümleme yaptığımızda ayet birden bire
her medeniyete hitap eden evrensel bir mesaj haline gelir. Zira leş, mecazi
anlamıyla, insanı manen ve ruhen öldüren her eylemdir; uyuşturucu bağımlılığı
ve sefahat gibi… Kan, bir toplumda çatışma çıkaran her çeşit haksız arzu
anlamına gelir; başka ülkenin toprağına göz koymak ve ihaleye fesat karıştırmak
gibi… Mide bulandırıcı olduğu için yasaklanan domuz ise ruhun mide bulandırıcı
bulduğu her eylemdir; dostun sevgilisine göz koymak, menfaat için dalkavuk bir
karakter geliştirmek gibi…
İşte
Kuran’da manifesto gibi geçen bu ayetle Kuran bizlere şunu söylemektedir: size
her şeyi ama her şeyi helal kıldım. Sadece ve sadece sizi manen ve ruhen
öldüren şeylere, toplumda haksız yere çatışma çıkaran şeylere ve ruhunuzun mide
bulandırıcı şeylere yaklaşmayacaksınız.
…
Aşağıdaki
ayet de zahiriyle sınırlı kalacaksak yedinci asır Arap toplumu dışında hiçbir
güncelliği olmayan bir ayettir. Zira bu toplum dışında yeryüzünde zıhar yapan,
yani karısına “senin sırtın bana anamın sırtı gibidir. O halde ben artık senle
cinsel ilişkiye girmeyeceğim” diyen bir toplum olmadı şimdiye kadar. Ayet
şöyle:
MÜCADELE
2. İçinizden kadınlarına zıhar yapan kimseler
bilmelidirler ki, o kadınlar onların anaları değildir. Anaları ancak onları
doğuranlardır. Üstelik onlar gerçekten pek çirkin ve asılsız bir söz
söylüyorlar. Bununla birlikte Allah'ın affının ve mağfiretinin çok olduğunda da
kuşku yoktur.
Fakat
ayeti edebi derinliğiyle okuduğumuzda ayet birden bire güncel bir hal alıyor.
Zira zıhar’ın tek anlamı karısına ‘senin sırtın bana annemin sırtı gibidir’
demek değil. Zıhar ‘destek çıkmak’ demek. Yani annesini destek çıkarak
karısıyla çatışma içine girmek de zıhar kavramının şümulüne dahil. Yani bugün
her medeniyette ve her evlilikte görebileceğimiz üzere kocanın karısına “benim
annem senin gibi yapmazdı. Benim annemin senin gibi şöyle şöyle kusurları
yoktu” diyerek karısıyla çatışma çıkarması her toplumda görebileceğimiz bir
olgu. İşte zahirinde yerellikten öte bir geçerliliği olmadığı sanılan bu ayet
edebiyatının hakkı verilerek okunduğunda birden bire çağlarüstü bir soruna
çözüm getiren bir mahiyete kavuşuyor.
...
Aşağıdaki
ayet de zahiriyle sınırlı kalacaksak ve ayete yedinci asır Arabının verdiği
mana dışında bir mana vermeyi reddedeceksek yedinci asır Arap toplumu dışında
hiçbir uygulaması olmayan bir ayet. Zira yedinci asır bedevi Arabı dışında
yılın dört ayını içinde savaşması haram olan ay olarak ilan eden toplum çıkmadı
şimdiye kadar. O kadar ki bu ayeti Hazret-i Peygamber’den sonra gelen ilk
halifeler de fetih savaşlarında harfiyen uygulamadı. Yani ayet nüzul ettikten
sonraki bir iki yıl içinde tüm hükmünü yitirmişti zahiri itibariyle…
Ayet
şöyle:
TEVBE
36. Doğrusu Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah
yazısında on iki aydır; bunlardan dördü içinde savaşılması haram aylardır. Bu,
işte en doğru dindir; onun için bunlar hakkında kendinize zulmetmeyin;
müşrikler sizinle topyekün savaştıkları gibi siz de topyekün savaşın ve bilin
ki Allah, korunanlarla beraberdir. 37. O nesi denilen
adet (haram aylara istisna koymak adeti) ancak küfürde ileri gitmektir ki,
bununla kafirler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydurup da
Allah'ın yasakladığını helal kılmak için onu bir yıl helal, bir yıl haram
sayarlar. Bu şekilde onların kötü işleri kendilerine süslenip güzel gösterildi.
Allah ise, kafirlerden ibaret bir topluluğu doğru yola erdirmez.
Fakat
bu ayeti bağrındaki çağlarüstü felsefeyi keşfetmek için okuyacaksak şöyle bir
manzara görürüz. Pagan toplumlar yılı on iki aya bölmüş,
sosyal hayatın bilim, din, çalışma, eğlenme gibi her bir veçhesini de on iki
kategoriye ayırmış ve sosyal hayatın ayrı veçhelerini yılın on iki ayına
dağıtıp her aya özel bir tanrı tahsis etmişlerdi. Ve her ayda o ayın tanrısına
özel ritüellerle ibadet ediyorlardı. Bunu Roma’nın panteon dininde
göreceksiniz. Kuran putları reddeder, fakat yılın aylarıyla sosyal hayatın
değişik veçheleri arasında ilişki kurma adetini tasdik eder ve örneğin Kuran’ın
tamamı Ramazan ayında inmediği halde “Ramazan Kuran ayıdır” der.
Buradan
bakınca yılın dört ayını içinde savaşılması haram olan aylar olarak ilan etmek,
sosyal hayatın bazı boyutlarını savaş dışı bırakmak yükümlülüğü anlamına gelir.
Örneğin günümüz için, bir toplumla savaşsak bile gıda paylaşımı, ilaç
paylaşımı, kültür paylaşımı gibi hususları ve sivilleri savaş dışı tutmak emri
bu ayetteki haram olan dört aya tekabül eder. Bu hususlar günümüzde Birleşmiş
Milletler’in savaş hukukunda da temel olan hususlardır ve ne yazık
ki ABD bile savaşırken savaş dışı tutulması gereken bu
alanları savaşa konu yapar.
Yani
görünüşte yerel olan bu ayeti bağrındaki evrensel felsefeyi açığa çıkarmak
gayesiyle okuyunca ayet birden bire yirmi birinci asır küresel toplumuna
rehberlik yapacak bir bilgelik abidesi haline geliyor.
…
Aşağıdaki
ayetleri de zahiriyle sınırlı kalacaksak bugün için hiçbir güncellikleri
yoktur. Zira bugün bir avcılık toplumu değiliz. Ve bugün istesek bile Kabe’de ihramlıyken
sinek bile avlayamayız. Oysa Allah kesin bir dille “Allah sizi ihramlıyken
avlanacak mısınız diye sınacağım” diyor. Allah ihramlıyken avlanma
yasağına bu kadar ciddi önem veriyor. Ayetler şöyle:
MAİDE
1. Ey iman edenler, sözleşmelerinizi yerine getiriniz! İhrama girdiğinizde
avlanmayı helal saymamanız şartıyla size… behimetü’l-enam (nimetlerin elde
etmesi çaba ve zorluk barındıranları) avlanmak helal kılındı. Şüphesiz ki,
Allah istediği hükmü koyar. 94. Ey iman edenler, haberiniz olsun ki,
Allah sizi elleriniz ve mızraklarınızın erişeceği bolluk içinde bir avla
sınayacak (ve ihramlıyken avlanıp avlanmadığınıza bakacak) ki, gıyabında
kendisinden korkanlar meydana çıksın. Kim bunun üzerine saldırıda bulunursa ona
gayet acı bir azap vardır.
Bu
ayetin çağlarüstülüğünü yakalamak istiyorsak yine edebi çözümleme yapmalıyız.
Yani Kuran’ın Zümer Suresinin deyimiyle ‘çiftanlamlı
sembolik’ bir dile sahip olduğunun bilincinde olmak.
Ayet
sözleşmeye sadakat duymakla avlanmak arasında bir mantık bağı kuruyor. Demek ki
‘avlanmak’ kelimesinin mecazi bir anlamı var. Geleneksel tefsirlerimizin ‘vahşi
hayvanlar’ olarak çevirdiği “behimetü’lenam”ın tam kelime çevirisi ise
şöyle: ‘nimet veren şeylerin elde etmesi çaba, zorluk, zahmet ve mücadele
barındıranları.’ Bu iki noktadan hareketle “sözleşmelerinize sadık olmanız
koşuluyla behimetü’l-enamı avlanmayı size helal kıldım” demek kısaca şu anlama
geliyor: “hepiniz piyasada maddi menfaat elde etmek için zorluk, çaba ve
rekabete giriyorsunuz. Piyasanın doğru işlemesi için gereken temel ilke ise
sözleşmelere sadık olmak. İşte ben Allah olarak sözleşmelerinize sadık olmanız
koşuluyla piyasada maddi menfaat için girdiğiniz zorluk, zahmet ve mücadeleye
izin veriyorum.” Buradan bakınca ayet birden bire çağımız için gerekli bir
normu tesis eder hale geliyor.
Yine
mecazıyla okuduğumuzda ‘ihramlıyken avlanma’nın yasak olması sadece Kabe’de
hayvan avlamayı yasaklamak anlamına gelmiyor. “ihramlıyken
avlanmayacaksın” demek “ihramını (yani dini aidiyet bağlarını)
avlanmana (yani dünyevi menfaat elde etme çabana) alet etmeyeceksin” demek.
Haliyle bu ibare mecazıyla okunduğunda bugün bile işlenen bir zulmü lanetlemek
anlamına geliyor. Zira bugün bile bu ülkede pek çok birey “aynı dinin ve
cemaatin mensubuyuz. Bu ihaleyi ve bu makamı bana ver” diyerek maddi menfaat
peşinde koşabiliyor ve ihramını maddi menfaat çabasına alet
edebiliyor.
...
Kuran
Muhammed’in kelamı değildir. Kuran gökleri ve yeri yaratan ve Kuran’ı yedinci
asırda yeryüzüne indirirken bir gün yirmi birinci asrı ve yirmi beşinci asrı da
yaratacağını bilen ve Kuran’ı ilelebet insanlığa ışık tutsun diye indiren bir
Allah’ın kelamıdır.
Kuran’da
beş yüze yakın olduğu söylenen ahkâm ayetleri ise ne bazı fıkıhçılarımızın
sandığı gibi harfiyen uygulanmak içindir. Ne de bazı tarihselcilerimizin
sandığı gibi ahkâm ayetlerinin manası onların zahiriyle bu zahir de yedinci
asır Arabının ondan anladığıyla sınırlıdır.
Aksine…
Onuncu asırda “Kuran çağlarüstü bir mucizedir” diyerek yola çıkan Cürcani,
bu mucizeliğin kökeninde Kuran’ın baştan aşağı metafor, mecaz gibi sanatsal
tekniklerle yoğrulmuş olması gerçeğinde yattığını iddia ediyordu. Bu sebeple
baştan aşağı Kuran’ın ve hususiyle ahkâm ayetlerinin çağlarüstülüğünü yakalamak
isteyen okur, Kuran’ın edebi veçhesine yoğunlaşmak zorundadır. Ve bu iş için
bir edebiyat üstadı olarak gerekmez. Lise seviyesinde bile bir edebiyat zevki,
insanı Kuran’ı anlama hususunda zincirleyen gelenek taassubu gibi bazı
prangalar parçalandıktan sonra, Kuran’ın ahkâm ayetlerinin çağlarüstülüğünü ve
evrenselliğin görmeye yetecektir.
Ve Allah’ın ahkam ayetlerini indirmek yoluyla mümin bireyden istediği şey bu ayetlerdeki hükümleri harfiyen hayata geçirmek değil, bu ayetlerin arka planındaki evrensel mantığı, felsefeyi ve gayeyi keşfetmek; bu evrensel ve külli aklı özümsemek ve bu kuşatıcı aklı özümsedikten sonra kendi çağının hukukunu özgürce inşa etmekten ibarettir. (Devam Edecek... Bir sonraki makale: KURAN’IN ÜSTÜN AHLAK FELSEFESİ)
0 Yorumlar