![]() |
Gürgün Karaman |
Sitem ve Eleştiri Değil “Vâ esefâ”
Bu yazıyı redakte etmeden ve editoryale tabi tutmadan yayınlıyorum.
1.
20 yılı aşkındır İşrâki Felsefe üzerine çalışıyorum. İşrâki Felsefe ile ilk tanışmam 2002 yılında oldu. Bunun geniş bir yaşam öyküsü var. İşrâki Felsefe ile diyalogum sadece bir "çalışma" değil. Yaşamın anlamına dair bir huzur... Bir noktada hayatımı kurtaran Sühreverdî'ye vefa borcumu ödemek. Allah'ın izniyle Hikmetü'l İşrâk'ın şerhini bu yıl sonuna kadar bitirip yayınlayacağım. Şeyhül İşrak’ın diğer eserlerini de çeviri olarak Ekim ayı itibariyle yayınlayacağım. İşrâki Felsefe'nin temel eseri oln Hikmetü'l İşrâk'a yaptığım şerh için ta İngiltere’den Dr. Samir Mahmud'tan e mail ile bir makale talep ettim. Aynı gün dönüş yaparak çalışmasının şerhe alınmasına mutlulukla izin verip yardımcı olabileceği başka bir konu varsa onu da belirtmemi istedi. Aynı şekilde Üstad İbrahim Dinani'den de bir takdim yazısı talep ettim ve cevap bekliyorum. Dr. Samir Mahmud'un cevabı aşağıdadır:
[İngiltere'den teveccüh bulup da kendi toplumunun ve ülkesinin akademik camiasından teveccüh görmemek nasıl bir duygudur? Bu tecrübeyi yaşatan Rabbü'l âlemine hamd olsun.]
2.
Sitem ve eleştiri değil “Vâ esefâ” babında şunu tarihe kayıt olarak düşeyim: İşrâki felsefe üzerine Türkiye’de bırakın uzman varlığını, doğru dürüst konuşacak kimse bile yok. Geçtim burayı… İşrakî felsefe üzerine bütün çalışmalarımı bu yıl itibariyle yayınlamaya karar verip ilk yayını Sühreverdi’nin dokuz felsefi öyküsü ile yaptım. Çok şükür ki bazı dostlarımın ve İşraki hikmet taliplilerinin teveccühü ile baskısı bitti. Ama bu çalışmayı bildikleri halde tek bir akademisyen, yazar, entelektüel, gazeteci vs. ne haber yaptı ne de en azından görünür olması için paylaştı? İçinde yaşadığımız bu toplumun bu hikmetten mahrum kalmasına sebep olduklarını hiç mi düşünmezler acaba? Hz. Resul-i Ekrem "İyilikte yarışın." diye buyurmadı mı? En büyük iyilik "ilmi yarış" ve ilmi yaygınlaştırmak değil mi? Gönül isterdi ki en azından sosyal medya hesaplarında paylaşıp görünür olmasına vesile olmak... Vâ esefâ ki bunu bile çok görüyorlar. Bu tutumların psikolojik arka planda nasıl işlem yaptığını da gayet iyi biliyorum. Bazı kesimler tarafından açık ve örtük ambargonun olduğunu da çok iyi biliyorum. Bu konuda çok şeyi burada yazmaktan imtina etmek zorundayım.
3.
İçinde yaşadığımız toplumun büyük anlam ve değer krizlerine hızlı yuvarlandığı erbabının malumudur. Peki, çözüm nedir? Çözüm veresiye bir Batı felsefesi mi? Yoksa insanlık birikiminin ezeli hikmetine yaslanmak mı? İşte bizim gayretimiz bu çözüme katkı sunmaktır.
Benim buradaki gayretim iki kanatlıdır: Birincisi Sühreverdiye vefa borcumu ödemek, ikincisi ise toplumun, özellikle genç neslin bu felsefeyle buluşması. Bunun yaygınlaşmasını temenni ederek bu “Vâ esefâ”yı tarihe kayıt ve şahitliğim olarak düşüyorum.
Şeyhü'l İşrâk, Yezdan Şinaht eserinde şöyle der: “Cahillerden ilmi esirgeyen, onu zayi etmiştir; onu hak edenlerden geri tutan ise zulmetmiştir.” Şehit filozofun bu rehberliğinden de asla geri adım atmayacağım. Yine onun dediği gibi “Ben hakikati maslahata tercih etmem. Bu sebeple canımı hakikat yoluna feda etsem de gam yemem.”
Çalışmalarımı yaparken şu ilkeden asla taviz vermeyeceğimi beyan ederim: “İşrâkî Hikmet ve Felsefe pazar malı değildir; hakikate talebin ve ona yolculuğun adıdır. Bu yolun yolcusu olan Sühreverdî, bu talebin ve yolun uğruna canını vermiştir. Bu eser, o emanetin vefasına ve haysiyetine riayetle hazırlanmıştır ve “ürün”e indirgenemez.” Bu ilkeyi Sühreverdî'nin bütün eserlerinin girişine bıraktım. Bu ilkeden hareketle İşraki felsefeye dair tüm yayınları hiçbir yayınevine vermeyeceğimi, Bireysel Kitap olarak yayınlayacağımı da burada belirtmiş olayım. A’dan Z’ye bütün resmi süreci kendi ellerimle yöneteceğime dair hem şehit filozofa hem de kendime söz verdim. Eserlerin mizanpajını dahi Adobe Indesign ile kendim yapıyorum, imkânlarım ölçüsünde bütün masraflarını kendim karşılıyorum. Elbette haberi olup da destek sunan bir elin parmağını geçmeyen dostlarım var ve onlara da minnettarım.
4.
Gazete ve televizyonların ilgisizliği üzerine
Bugünün “içerik ekonomisi”, hızlı tüketim, “patronajlık” ve reyting mantığına göre çalışmaktadır. Bunu gayet iyi bilen biriyim. “Derinlik, teemmül, tefekkür, ahlakî arınma, tövbe, istikamet, ihlas, hikmet" vb. insanlığın kadim birikimi, çoğu zaman bu devinime sığmaz. İşrâkî düşüncenin dili de “nûr”, “huzur” ve “manevî tecrübe” etrafında kuruludur. Bu dil, kopyala-kes-yapıştır haber akışlarının kalıplarına kolayca sığmaz ve indirgenemez; bunun da gayet farkındayım. Vâ esefâ ki ekranların, aktüel yaşam tarzlarının, sosyal medya sayfalarının, köşe başlarını tutan kimi insanların kadime ve hikmete dair bu sessizlikleri bir “değer yitimi”nin işaretidir; oysa toplumun hakikate talebi canlıdır ve genç zihinlerin ufkunu açacak her çaba kamu yararıdır, ilmi ve kültürel evrenimize bir katkıdır. Bu noktada yalnız basın ve kültür sanat sayfaları değil; akademiya, gazeteciler, yazarlar, entelektüeller, düşünce kuruluşları, dernekler, vakıf ve camialar, STK’lar, yayınevleri ve kültür sanat kurumları ile kamu yayıncılığının da omuzlarında müşterek bir mesuliyet vardır: “Hikmet”i görünür kılmak, “tüketim” yerine “tefekkür”e de yer açmak ve genç kuşakların yolunu aydınlatacak sahici içerikler üretmektir. Değilse -ki baskın oranda değil- hakikati bir kez daha buraya imleyerek tarihe notumuzu düşelim.
Son söz: Ey akademik camia, köşe başlarını tutan yazarlar, gazeteciler... Bu coğrafyaya ve bu ülkeye yazık ediyorsunuz... Vâ esefâ...
Şehadet Notu
“Cahillerden ilmi esirgeyen, onu zayi etmiştir;
onu hak edenlerden geri tutan ise zulmetmiştir.”
Gürgün Karaman
08.09.2025
0 Yorumlar