Ticker

8/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

İşrâkî Felsefenin Kalbi: İtaî Hikmetin İlahi Parıltısı

Okunma Sayısı - İşraki Felsefenin Kalbi: İta-i Hikmetin
Okunma sayısı: Yükleniyor...

 

Gürgün Karaman

İşrâkî Felsefenin Kalbi: İtaî Hikmetin İlahi Parıltısı

İtaî hikmet, İşraki Felsefenin temel eseri olan Hikmetü'l İşrak'ın kalbi ve İşraki Felsefe'nin kana kana içtiği pınarıdır. Bu makalemizde İşraki felsefenin temellerinden olan itaî hikmeti İşrakilik uzmanı üstad Ğulam Hüseyin İbrahimi Dinani’nin görüşleri ışığında incelemeye çalışacağız.

İtaî Hikmet Nedir?

Dinani, itaî hikmet kavramını başlangıçta açıkça tanımlamasa da “hikmet ehli”nin bilgisinin sadece zihinsel-teorik/nazarî bir birikimle sınırlı kalmayıp, içsel bir aydınlanma yolu olduğunu şu sözlerle ifade eder "Filozofluk insanın içinden patlayan bir ışık gibi doğar; bu ışık, itaî hikmetin en temel kaynağıdır." Dinani’ye göre Sühreverdî’nin (Şeyh'ül‑İşrâk) “hikmet işrakı” yani ilahi bir parıltı ile gelen hikmet, itaî hikmetin atasıdır. Buradan hareketle itaî hikmet, zihnin değil kalbin hatta “iç gözün” görebildiği bir hakikattir.

Buradaki temel soru şudur “Bilgi nasıl gelir? İtaî mi tahsîlî midir?" Dinani bir soruyla kavramın kalbine yönelerek der ki “İnsan boş bir zihin değil, aydınlanmaya hazır bir kandildir. Tahsil, bu lambaya sadece dışarıdan yakıt koymak iken, itaî hikmet o kandilin kendi kendine yanmasıdır." Burada itaî hikmet, dıştan edinilen bir bilgi veya çokça ölçülebilir, tartılabilir bir bilgi değildir. Esas olarak itaî hikmet içten gelir; bilimsel bir tez değildir, kalbin ve rûhun derinliklerinde bir “anlama hali”dir.

Formel eğitimler, diplomalar, çabalar önemli olabilir ama bunlar zaten var olan bir potansiyelin yalnızca kıvılcımlarını harekete geçirirler. İtaî hikmet ise bireyin kendini aşarak evrensel bir bilinç seviyesine erişmesine kapı açar. Dinani’ye göre bu hikmete akıl yolundan ziyade, ışık (nur) yoluyla erişilir; ne mantıkla kavranır ne dil ile anlatılır, yaşanır ve hissedilir.

G. Hüseyin İbrahimi Dinani’nin bakışında itaî hikmet, zihinsel bilgiyle aynı kefede değildir. O, içsel bir parıltı ve aydınlanma, insanın kendi özüyle birleştiğinde kendiliğinden doğan, insanı insan yapan, hakikate açan ilahi bir armağandır. Ne tahsil yoluyla öğrenilir ne tamamen mantıkla kavranır; kalpte hissedilip “doğru zamanda” açığa çıkması beklenir.

İtaî hikmet, Allah’ın lütfuyla kalbe inen bir nurdur; bu, aynı zamanda ne kitaptan ne de akıldan öğrenilen bir bilgeliktir. Sühreverdi’nin "itaî hikmet"i, vahiy veya sistematik eğitimle değil, doğrudan ilahi bir bağıştır. Bu, sezgisel bir bilgi türüdür. "Sühreverdi, itaî hikmeti, filozofun kalbinin aynasında yansıyan ilahi bir ışık olarak tanımlar; bu, aklı aşan bir hediyedir." Dinani, Sühreverdi’nin bu kavramı, insanın içsel bir aydınlanmayla hakikate ulaştığını ifade eden bir çerçeve olarak sunduğunu vurgular.


"İtaî hikmet, Sühreverdi’nin felsefesinin kalbidir; o, bu hikmetle antik İran düşüncesini ve Platon’u birleştirir." Dinani, Sühreverdi’nin bu kavramı geliştirirken Zerdüştlük ve Yunan felsefesi gibi geleneklerden etkilendiğini ve bu sentezin İşraki okulunu oluşturduğunu belirtir. Burada şunu belirtmek gerekir: İşraki tavır, evrensel bir tavır olup insanlığın ortak mirasını dini ve etnik kalıplara indirgemez. Bu bağlamda İşraki tavır, her türlü algılardan ve ön yargılardan arınıktır. Çünkü İşraki tavır ezeli aklı, ezeli vicdanı ve ezeli hikmeti merkeze alır.

"Akıl, itaî hikmetin kapısını aralar ama içeri giren sezgidir; Sühreverdi, bu ayrımı felsefesinin temel taşı yapar." Sühreverdi, aklı ilahi bir nur, sezgiyi ise hakikate ulaşmanın nihai yolu olarak görür. 

"İtaî hikmet, Sühreverdi’nin gözünde bir lütuf olduğu kadar bir sorumluluktur; bu nuru taşıyan, hakikati yansıtmak zorundadır." Bu bağlamda şunu vurgulamak gerekir; Sühreverdi, bu sorumluluğun gereği uğruna; bu nuru taşıyarak hakikati yansıtmaktan ve haykırmaktan çekinmediği için bu uğurda canını vermiştir. Onun felsefesi, bedeli kanla/canla ödenen bir felsefedir. Dinani, bu bilgelikle donanmış bir filozofun, yalnızca kişisel bir aydınlanma değil, topluma da rehberlik yapması gerektiğini söylerken arka planda Sühreverdi'nin bu dramı vardır. Sühreverdi, 1191 yılında Halep'te bağnaz ulemanın, ulema-i rüsumun fetva ve talepleri neticesinde Selahattin Eyyubi tarafından idama mahkum edilmiştir.

"Sühreverdi, itaî hikmetle varlığı nûr hiyerarşisine yerleştirir; her ışık/nur, bir üstünlüğün yansımasıdır." Dinani, Sühreverdi’nin varlık anlayışında ışığın dikey bir sıralama (nûrların hiyerarşisi) içinde olduğunu ve itaî hikmetin bu hiyerarşinin zirvesine işaret ettiğini açıklar. "İtaî hikmet, Sühreverdi’nin felsefesinde vahyin tamamlayıcısıdır; o, bu ikisini birleştirerek yeni bir yol açar." Dinani, Sühreverdi’nin vahiy ve felsefeyi uzlaştırma çabasını, itaî hikmet kavramıyla somutlaştırdığını belirtir.

"Molla Sadra, Sühreverdi’nin itaî hikmetini alır ama ona hareket katar; bu, iki büyük aklın diyaloğudur." Dinani, Molla Sadra’nın Sühreverdi’nin sezgisel bilgelik anlayışını "Hareket-i Cevherî" ile dinamik bir çerçeveye oturttuğunu ifade eder. "Sühreverdi’nin itaî hikmeti statik bir nur iken Molla Sadra’da bu nur hareketle can bulur." Dinani, iki filozof arasındaki farkı bu şekilde özetler; Sühreverdi’nin ışığı durağan, Molla Sadra’nın ise değişken bir hakikat olarak gördüğünü belirtir. (Üstat Dinani'nin bu görüşü İşraki felsefenin eşref-i imkân teorisiyle çelişir. G. Karaman.) 

Sonuç olarak "İtaî hikmet, Sühreverdi’nin felsefesini diğerlerinden ayırır; bu, insanın ilahi olanla bağ kurmasının en saf yoludur." Dinani, bu kavramın Sühreverdi’nin felsefesini eşsiz kıldığını ve irfani bir boyut kattığını vurgular.

"Sühreverdi’nin itaî hikmeti, modern düşüncede bile yankılanır; bu, Doğu’nun sessiz bir mesajıdır." Dinani, bu kavramın evrensel bir derinlik taşıdığını ve çağdaş felsefeye ilham verebileceğini önerir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement