Ticker

6/recent/ticker-posts

SÜHREVERDÎ VE KALBİN FELSEFESİ

Okunma sayısı: Yükleniyor...

 

Gürgün Karaman

Sühreverdî’nin düşüncesi, aklın sınırlarından başlayıp kalbin derinliklerinde tamamlanan bir felsefedir. Onun için bilgi, yalnızca aklın ürünüd demek olmayıp, nurun yalnız bir pencereden geldiğini sanmak gibidir. Bilgi, akılla doğar ama kalple aydınlanır. İşrâkî felsefenin özünde yatan sır, bu iki kaynağın –aklın ve kalbin– birbirini dışlamaması, bilakis birbirini tamamlamasıdır.

Sühreverdî’ye göre kalp, bir duyu organı değildir; bir varlık merkezidir. Aklın çözümlediği şeyi kalp idrak eder, ruh ise onu yaşar. Bu üçlü –akıl, kalp, ruh– insanın hakikatle temas ettiği ilâhî düzlemlerin farklı mertebeleridir. Bedenin merkezi beyin değil, ruhtur; ruhun merkezi ise kalptir. Bu yüzden “İşrâk” adı bir metafor değil, bir felsefî bildiridir: kalp bir bahçedir, içinde nûr bitkileri yetişir veenvâ-i çeşit çiçekler açar. Bu nûrlar, varlığın en yüce kaynağından –“Nûrü’l-Envâr”dan– süzülüp insanın iç âlemine iner.

Sühreverdî, kalbi hem bilgi alanı hem ahlâk alanı olarak görür. Bilmek, arınmaktır; arınmak, bilmenin şartıdır. Bu nedenle onun felsefesi sadece ontolojik bir açıklama değil, ahlâkî bir arınma çağrısıdır. İnsan, kalbini saflaştırmadan hakikati göremez. Çünkü hakikat gözle değil, nûrla görünür; nûr ise ancak temiz bir kalpte belirir. Bu anlayış, modern felsefenin bilgi merkezli yaklaşımına karşı, bilginin etik bir temele oturduğunu ilan eder. Kalp, epistemolojinin değil, ontolojinin merkezidir; insanın “varlık olarak bilmesi” burada gerçekleşir.

Batı düşüncesinde Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım.” önermesi insanı akla indirger. Sühreverdî ise bunun tam tersini söyler: “Seziyorum, çünkü varım.” Bu sezgi, duyusal değil; varoluşsal bir idraktir. Kalbin sezgisi, aklın kavrayamadığı alanları aydınlatır. Bu sezgi, aşkın bilgisiyle birleştiğinde insanın bilinci/idraki yükselir ve varlıkla arasındaki perdeler ortadan kalkar. İşrâkî yol, işte bu yükseliştir; insan, kalbini her saflaştırdığında bir mertebe daha yükselir.

Kalp, yalnızca duyguların değil, hakikatlerin evidir. O, hem Allah’a yönelen bir mihrab hem de insanın iç dünyasında kurulmuş bir kâinattır. Sühreverdî’ye göre kalp, Tanrı’nın en açık tecelli mazharıdır/yeridir; çünkü O, saf olanı seçer, nûrunu yalnız temiz olana yansıtır. Bu yüzden “kalbin felsefesi” aynı zamanda “ahlakîliğin ve erdemin metafiziği”dir. İnsan, kalbini her türlü kirden, öfke ve tutkudan, benlik ve hırstan arındırmadıkça hakikatin nûruna erişemez. Bu temizlik hem ahlâkın hem bilginin başlangıcıdır. Sühreverdî’nin “hikmetü’l-İşrâk”ında kalp, bir aynadır; bu aynada hem insan kendi yüzünü hem de Tanrı’nın ışığını görür (İnsanın Yüzü-Tanrı’nın Yüzü, bkz. Henry Corbin). Fakat aynanın gösterdiği şey, yalnızca bir yüz değildir; yüzün ardındaki sırdır. İşte bu nedenle kalp, hem tecellinin mekânı hem de bilincin en derin boyutudur. İnsanın kendini bilmesi, bu aynaya bakmasıyla başlar. Bakan, kendini değil, kendisinde parlayan ışığı görür. Bu ışık, insanın içinde doğan ilâhî sezgidir.

Modern insan, bilgiyle donanmış ama kalpten uzak düşmüştür. Sühreverdî’nin kalp felsefesi, bu kopuşu onaran bir çağrıdır. O, bilgiyi yüceltir ama bilginin kaynağını kalbe yerleştirir. Bu yaklaşım, bilginin sadece nesnel dünyada değil, insanın varlık alanında da anlam bulduğunu gösterir. Bilmek artık dışarıya bakmak değil, içeriye yönelmektir. Kalbin diliyle bilmek, aklın dilinden daha derindir; çünkü kalp bilmez, tanır. Bu tanıma, duyu ve düşünceyi aşan bir iç sezgiyle gerçekleşir:

Önce sola, sonra sağa, yine sola

Bakan akıldır, kalp uzatmaz

Akıl iki kere ikiyi iyice bilir

Kalp ikiyi inkar edecektir. (Ahmet Murat/Kalbin Kararı)

İşrâkilik, bu anlayışı bir öğretiden çok bir hâl olarak sunar. İşRâki her tavır ve tecrübe, kalbin bir katmanını açar. Her öğüt, bir aynayı siler, her âyet, bir nûr damlası gibi kalbe düşer. Sühreverdî’nin düşüncesi, bu damlaların birleştiği bir ırmaktır. O ırmak, yüzyılları aşarak bugüne ulaşmış, çağdaş insanın kurumuş duduklarına ve iç dünyasına yeniden hayat taşımıştır. Bugün, kalbin felsefesine dönmek, insanın kendine dönmesidir. Çünkü kalp unutulduğunda hakikat susar. Sühreverdî’nin mirası, bu suskunluğu bozan bir ışık gibidir. Bu ışık, felsefenin soğuk diline sıcaklık, bilginin kuru yapısına anlam, insanın karanlık aklına yön kazandırır. Kalbin felsefesi, varlıkla insan arasındaki kadim köprüyü yeniden kurar.

Ve sonunda anlaşılır ki, hakikatin yolu kitaplardan değil, kalpten geçer. Çünkü kalp, Tanrı’nın insanda kurduğu ilk mabeddir. Orada hâlâ nurlu bir kandilde bir ışık yanar ve o ışığın adı hikmettir.

Allâhu nûru-ssemâvâti vel-ard...

 

 



Yorum Gönder

0 Yorumlar