Ticker

6/recent/ticker-posts

İşraki Felsefe Bağlamında Negatif Varlık Önermeleri ve ‘Tanrı Yoktur’ İfadesinin İmkânsızlığı

Okunma sayısı: 330

Gürgün Karaman

Açıklama: Bu metin, ateizm–teizm tartışmasını değil, dil ve varlık üzerine İşrâki bir perpspektifle düşünme çabasıdır. Sühreverdi’nin bir mantık şahikası olan Telvihat eserini çalışırken zaman zaman alınan notların derlenmiş hâlidir.

Negatif Varlık Önermeleri ve "Tanrı Yoktur" İfadesinin İmkânsızlığı

Gündelik dilde sıkça duyduğumuz bazı cümleler, ilk bakışta bizlere çok masum ve basit görünür; oysa biraz daha derinden yaklaştığımızda, düşüncenin tam kalbinde derin çatlaklar/yarıklar açtıklarını fark ederiz. "Tanrı yoktur." ifadesi de tam olarak böyle bir cümle. Bu yazıda, herhangi bir dinî savunma yapmadan, sadece bu ifadenin yapısına ve anlamına odaklanacağım. Negatif varlık önermesi nedir? “Yokluk düşünülebilir bir şey midir veya nasıl düşünülür?” bu iki sorunun bağlamında "Tanrı yoktur." önermesi gerçekten kurulabilir bir önerme midir, yoksa düşüncenin kendi işleyişi bakımından imkânsız bir cümle midir, bunu tartışacağım.

1. NEGATİF VARLIK ÖNERMESİ NEDİR?

Önce basit bir ayrım yapalım. Şu tarz cümleler:

Tanrı yoktur.
Melek yoktur.
Ejderha yoktur.
Cennet yoktur.

hep aynı kalıba sahiptir: X yoktur.  Bu tür cümlelere negatif varlık önermesi diyebiliriz. Bir varlığı özne yapıp, ardından onun hakkında yokluk hükmü veriliyor. Burada savunduğum temel ilke şudur: Hiçbir negatif varlık önermesi kurulamaz.”  “Taş kördür.” bu önerme geçersizdir çünkü taşın görme özelliği yoktur. İşte negatif varlık önermeleri de bunun gibidir. Bu cümle, sadece bu tür önermelerin yanlış olduklarını iddia etmiyor. Daha köklü bir şey söylüyor: Bu tür önermeler, düşüncenin işleyişi bakımından imkânsız yargı girişimleridir. Yani, baştan yanlışlanabilir birer iddiadan çok, doğru–yanlış skalasına bile tam olarak giremeyen problematik yapılar olarak karşımıza çıkarlar. Buradaki temel iddiamız şudur: Yargının öznesini yargı tarafından inkâr edilmesi apaçık bir çelişkidir.

2. ÖZNE KURMAK NE ANLAMA GELİR?

Bir şeyi bir önermenin öznesi yaptığımızda, onu düşüncede ve dilde öne çıkarırız ve o şeyi, hakkında hüküm verdiğimiz şey hâline getiririz.

Örneğin Bu masa beyazdır.dediğimde masayı konu ediyorum ve onun hakkında bir yargıda/yüklemde bulunuyorum.

Aynı mantığı "Tanrı yoktur." cümlesine uyguladığımızda şu yapı ortaya çıkar:

Özne: Tanrı
Yüklem: yoktur

Bu noktada kritik soru şudur: Bir şeyi özne yapmak, onu en azından düşüncede ve dilde bir tür mevcudiyetle” yani “var olmakla” donatmak değil midir?

Eğer öyleyse "Tanrı yoktur." cümlesinde şu gerilim ortaya çıkar:

Bir yandan Tanrı’yı özne olarak kuruyorum,
diğer yandan onun varlığını bütünüyle inkâr etmeye çalışıyorum. Yani yargının öznesini, yargının içinde silmeye çalışıyorum. Bu, ifadeyi sıradan bir yanlış önermeden daha problemli hâle getiriyor; çünkü yargı kurma fiilinin kendisiyle çatışıyor.

Buradan şu sonuca varmak kaçınılmaz oluyor: Negatif varlık önermeleri, kurulduğu anda kendi zeminini iptal eden, bu yüzden de aslında kurulamaz olan önermelerdir.


3. ATEİSTLER NEDEN "TANRI YOKTUR." DER?

Günlük hayatta ateist söylemde en sık duyulan ifade şudur: Tanrı yoktur.Bunu kullananların önemli bir kısmı aslında şunu kasteder:

Tanrı’ya inanmak için yeterli gerekçe görmüyorum.
Tanrı hipotezini kabul etmiyorum.

Fakat bu daha uzun ve analitik cümlenin yerini, slogan hâline gelmiş "Tanrı yoktur." ifadesi alır. Burada iki farklı tavır ayırt edilebilir:

1. Daha temkinli tavır:
Tanrı’ya inanmak için delil görmediğini söyleyen, aslında varlık iddiasına ikna olmadığını belirten tavır. Bu, "Tanrı’nın yokluğunu ispat ettim." demekten farklıdır.

2. Daha sert tavır:
Tanrı’nın varlığının imkânsız olduğunu savunan ve "Tanrı yoktur." cümlesini sanki felsefî veya bilimsel olarak kanıtlanmış bir sonuç gibi kullanan tavır.

Benim eleştirim özellikle ikinci tavra yöneliktir. Çünkü bu tutum, yokluğu sanki başlı başına bir alanmış gibi ele alır ve Tanrı yokluğu denen şeyi adeta varlıksal bir kategoriye dönüştürür. Oysaki “yokluk” tasavvur edilemez bir olgudur. Yani “yokluk” dediğimiz şeye akli bir işarette bulunamayız. Akli bir işarette bulunamadığım bir alanda “yoktur” yargısı zaten doğrudan geçersizleşiyor. Oysa şöyle düşünmek mümkündür: Yokluk, başlı başına bir varlıksal alan değildir. Bu yüzden yokluğun ispatı ifadesi sadece kavramsal düzeyde kaymış bir taleptir. Varlığına zaten inanmadığın bir şeyin ayrıca yokluğunu ispat etmeye çalışmak, işte bu yüzden kavramsal olarak sorunludur.

4. "TANRI YOKTUR." İMKÂNSIZ BİR ÖNERME MİDİR?

Buraya kadar söylediklerimizi toparlarsak nkarşımıza şu tablo çıkmaktadır:

1. Negatif varlık önermeleri, özneyi düşüncede ve dilde kurup, aynı anda onu silmeye çalışmaktadır.
2. Bu, yargı kuran bilincin kendi eylemiyle boğuşması anlamına gelir. Kuyruğunu ısıran yılan misali...
3. Bu nedenle "Tanrı yoktur." gibi ifadeler sadece yanlış değil, başarısız yargı girişimleridir.

Bu yüzden şu yargıyı savunmak daha tutarlıdır:

"Tanrı yoktur." önermesi, imkânsız olduğu için yanlışlığı da tartışılamaz. Bunun anlamı şudur: Yanlış diyebilmek için bile, önce mümkün bir önerme olması gerekir. Bir önermeyi "yanlış" diye niteleyebilmek için en azından zihinde tasavvur edilebilir bir durumu ifade etmesi gerekir.

Bizim iddiamız ise şudur: Bu tür negatif varlık önermeleri, en baştan mümkün önerme statüsüne bile ulaşmıyor. Bu nedenle klasik anlamda doğru–yanlış skalasına yerleştirilemezler.

5. "VARLIK VARDIR." VE PERFORMANS ÇELİŞKİSİ

Bir adım geri çekilip daha temel bir cümleye bakalım:

Varlık vardır.

Bu cümle o kadar temeldir ki, inkâr etmeye kalktığımızda performans çelişkisine benzer bir durum ortaya çıkar. Performans çelişkisi “gerilim ve tutarsızlıktır, kısaca yetersizlik, baskı vb. Durumların yeterli zemini verememesidir.

"Varlık yoktur." dediğiniz anda:

Bu cümleyi kuran bir bilinç,
bu bilince imkân veren bir dil,
ve fiilen kurulmuş bir ifade zaten vardır.

Yani "Varlık yoktur." cümlesi, kendi kurulma anında varlığı varsayar. Böylece kendi kendini iptal eden bir iddiaya dönüşür.

Buradan şu sonuç çıkar: "Varlık vardır." önermesi, sıradan bir gözlem cümlesi değildir. Düşünmenin sıfır noktasıdır. İnkârı, kendi başına tutarsızlığa yol açar.

6. "TANRI VARDIR." ÖNERMESİNİN YERİ

Buradan "Tanrı vardır." cümlesine geçiş yapabiliriz:

1. "Varlık vardır." cümlesini inkâr edemiyorum.
2. Gözlediğim varlıkların çoğu gelip geçici ve bağımlıdır: doğarlar, gelişirler ve  ölürler.
3. Bu durumda şu soru doğar: Bu gelip giden varlıklar bütünü, tamamen köksüz ve temelsiz bir şekilde mi vardır; yoksa varlığı kendinden olan nihai bir temele mi dayanır?

"Tanrı vardır." cümlesi, bu bağlamda sadece şöyle bir iddia değildir: Evrenin bir yerinde çok güçlü bir varlık daha var. Bu, daha derin bir iddia taşır:

Varlık vardır ve bu varlık, köksüz bir rastlantı yığını değil; varlığı kendinden olan nihai bir temele sahiptir. Bu temele verilen isim: Tanrı.

Bu açıdan bakınca "Tanrı vardır." önermesi:

Ne sıradan bir ampirik iddia, ne tamamen keyfî, delilsiz bir inanç cümlesi, daha çok varlığı köksüz bırakmak istemeyen aklın temel yargısı olarak okunabilir.

Toparlayacak olursak:

Negatif varlık önermeleri (X yoktur.) kendi içlerinde ciddi bir gerilim taşırlar; özneyi kurup aynı anda silmeye çalışırlar.

Bu nedenle "Tanrı yoktur." ifadesi, sadece yanlış değil, düşüncenin yapısı gereği imkânsız bir önerme olarak görülebilir.

Yokluk, başlı başına bir varlık alanı değildir; bu yüzden yokluğun ispatı ifadesi kavramsal olarak sorunludur.

"Varlık vardır." önermesi, inkârı mümkün olmayan, düşünmenin zemini olan bir önermedir.

"Tanrı vardır." cümlesi ise varlığın köksüz olamayacağı düşüncesinden hareketle, varlığın nihai bir temeli olması gerektiğini dile getirir.

Bu çerçevede ateizme yönelttiğimiz eleştiri, sadece "Tanrı’ya inanmıyorsun, yanlış yapıyorsun." türünden duygusal, romantik veya dini kaygı türünden bir tepki değildir. Daha derin ve felsefi bir eleştiridir:

"Tanrı yoktur." türünden negatif varlık önermeleri, düşüncenin yapısı açısından başarısız yargı girişimleridir; bu yüzden yokluk üzerinden ispat aranması, baştan kaymış/kaybedilmiş bir taleptir.

İşraki mantığın penceresinden baktığımızda ise mesele daha berrak bir hâle gelmektedir. Sühreverdi’ye göre hakikat, soyut bir kavramlar toplamı değil, derece derece tezahür eden yani kendini açığa vuran bir nurlar düzenidir. Buna göre her sahih önerme, bir zuhur nispetini, bir nurun başka bir nur üzerindeki keşfini ifade eder buna İşrâki felsefede eşref-i imkân kaidesi denir. Yokluk ise başlı başına bir alan değil, nurun kesilmesi, zuhurun (açığa çıkış) yokluğu olduğundan, yokluğa dair kurulan her cümle aslında varlığın aydınlığından ödünç alınmış kavramlarla çalışmak zorundadır. Bu yüzden negatif varlık önermeleri, İşraki açıdan, kendi nur kaynağını kesmeye çalışan gölge cümlelerdir. Varlık vardır.” önermesi, bu nur düzeninin kendisini; Tanrı vardır.” önermesi ise bu düzenin nihai kaynağı olan Nur’ul Envâr’ı (Nurlar Nuru), yani bütün varlık mertebelerini aydınlatan asal nuru imler. Böylece Tanrı yoktur.” ifadesinin imkânsızlığı sadece biçimsel bir mantık oyunu değil, aynı zamanda nur ve zuhur merkezli İşraki ontolojinin zorunlu bir sonucudur.

Yorum Gönder

0 Yorumlar