Batı felsefesinin yirminci yüzyıldaki en büyük filozofu Heidegger, bu felsefenin büyük krizlerini tespit ederek "Batı felsefesi ölüp gitmiştir." der. Heidegger, Nietzsche'nin "Tanrı ölüp gitmiştir." feryadını mı taklit etti, bunu bilmesek de bu tespitin Nietzsche'vari olduğu açıktır.
Heidegger'e göre felsefenin ölümüne sebep olan iki temel parametreden birincisi "varlığın unutulması"dır. "Biz Batı dünyası varlık sorusunu unuttuk, yeniden "Varlık nedir?" sorusunu sormamız gerekir." diyen Heidegger, bu soruya Nihilist bir cevap verir ve bunu "fırlatılmışlık, şaka" olarak açıklar. Heidegger'in bu ontolojik arayışı, sorguladığı Batı felsefesiyle aynı kavşakta buluşur: Varlık unutuş. İkinci önemli parametreyi "düşüncenin geri çekilişi" olarak açıklar. "Bugün için kaygı verici olan şey düşünmek değil, düşünmeyi dahi düşünmüyor oluştur." (Bkz. Heidegger: Varlık ve Zaman, Metafizik Nedir? ve Düşünmek Ne Demektir?).
Modern Batı felsefe geleneği Descartes'in "cogito ergu sum/düşünüyorum, o halde varım." mottosuyla başlar (16. yy) ve Aydınlanma Felsefesi (18. yy) filozofu Kant'ın "Kendin için aklını kullanmaya cüret." cümlesinin bağlam ve temsilinde zirveye çıkar. Elbetteki bu iki cümlenin temsiliyle Batı felsefesinde büyük çatışmalar, alışverişler, sorgulamalar, hesaplaşmalar vb. sonucunda büyük bir birikim oluşmuştur. Heidegger'in temsilinde bu birikim "varlık unutuş"la sonuçlanırken Nietzsche'de "Tanrı'nın ölümü" ile sonuçlanır. Elbetteki bu temsillere itirazlar gelmiştir ama bu "varlık unutuş" Tanrı'nın ölümü" gibi belirlenimlerin tashihi olarak değil daha büyük çürümelerin ve düşüncenin, ahlakın, değerlerin, kutsal olanın "pratik fayda" uğruna hadım edilmesiyle ilgilidir. Örneğin G. Agamben "Tanrı ölmedi paraya çevrildi." derken M. Focuault, tüm dünyanın büyük bir hapishaneye çevrildiğini "panaptikon" ile açıklar. Panaptikon, Tanrı'nın dahi paraya çevrilmesi için her yerin "büyük bir kapatılmaya" tabi tutularak hapishaneye dönüştürülmesi, her şeyin işgal edilmesidir.
Yukarıdaki analizle Batı felsefesi/düşünme paradigması bağlamında bugün için felsefe kavramının imlediği felsefenin, bunun bir felsefe olmadığı hakikatidir. Kavramın göndermede bulunduğu anlam dairesi büyük oranda düşüncenin kendisini din karşısında konumlandırmasıdır. Temel amaç ise "varlığın unutulması"na baglı olarak varlık üzerinde emperyal her türlü oyunu oynamanın rasyonalize edilmesidir. Bunun başarılması için varlığın "anlam ve deger" statüsünden düşürülmesi gerekir. Var oluşun bir anlamı ve gayesi olduğunu açıklayan yegâne gelenek dini geleneklerdir. Modern Batı felsefe geleneği ise büyük oranda varlığa anlam yükleyen dini tasfiye etmekle kendini var etmiştir. Bu yaklaşım, varlığın boşluğa düşürülmesidir. Bu "boşluğa düşürme" faaliyetinin arka planında varlığı tüm yönleriyle sömürme vardır. Bu felsefi tutum, tüm dünyanın rasyonel zeminlerde halkların ve coğrafyalarının dahi yer üstü ve yer altı kaynaklarıyla birlikte kolonizasyona tabi tutulması yatar.
Felsefi tutum, en temelde aklın eylem halinde olmasıdır. Akli bir eylemin Heidegger özelinde Batı felsefesinin temel karakteri olan "varlık unutuş"a soracağı temel soru "Bu varlık unutuş"a sebep olan "akli tutum"un ve bunun "kriz alanları"nın ne/ler olduğudur. Bu felsefenin/akli eylemin temel yapısı hangi krizlerle maluldür ve bu krizlerin temel sebepleri ne/lerdir? Müslümanların bu soruları esastan tesis ederek Batı'nın tahakkümünü kırmaları tüm insanlığın hayrına olacaktır. Çünkü bu ümmet "iyiliği çoğaltmak ve yaymak, kötülüğü izale etmekle" mükelleftir. Mükellef, teklifin gereğini yerine getirdiği oranda kabul görür. Diğer taraftan İslam ümmeti "vasat/adil/dengeli/şahit" bir ümmet olmakla emrolunmuştur. Bunun için de her alanda tüm imkânlarını seferber etmelidir.
Batı felsefesinin gemisi çoktandır batmıştır.
Geç kalmış self-oryantalistlerin bu batan gemiden geriye kalan
kütükleri borç alarak Müslüman dünyayı ve İslam'ı dövmeye kalkışmaları
karşısında Müslüman bir düşünürün görevi bu felsefeyle esastan yüzleşmek ve
kendi geçmişiyle hasbi bir buluşmayı gerçekleştitmektir. Bize düşen
geçmişimizden utanmak değil, bizleri bu utanmaya maruz bırakan emperyal
felsefeyle çarpışmaktır. Ve bu da aklın, kalemin, kelamın velhasıl düşüncenin
cihadıdır.
0 Yorumlar