1.
Kur'an, peygamberin kalbine inen ilahi nurdur. Akla değil de kalbe inmesinin hikmeti, kalbin ilahi tecellilerin/nurların mazharı olmasıdır. Akıl ise bilginin mazharıdır. Bilgiyi işleme sokan akıldır. Akıl, işlediği bilgi birimleri arasında bağlar kurar. Vahiy ise aklın bilgi işleme sürecine alacağı epistemik bir nesne değildir. Akıl, Kur'an'da fiil formunda ve türevleriyle birlikte kırk dokuz defa geçer. Aklın vahiy karşısındaki haddi, vahyi tefekkür etmesi ve salih düşünce/salih amel üretmesidir. Vahye tabi olması gereken akıldır. Akıl, vahyi kendine tabi kılmaya başladığı andan itibaren haddini aşar. Aklın haddini aşması demek onun kendini kendinden menkul kılması olur ki bu da bir tür tuğyandır.
2.
"Kur'an yeter." diyen Kur'an'cılık, Kur'an'ı ideolojik bir paranteze indirgeyerek onu epistemik sopayla terbiye etmektedir. Bu tavır, Müslüman hafızanın tarihsel mirastan boşaltılarak Müslüman'ların tarihsizleştirilmesidir. Tarihsizlik tarifsizliktiktir.Tarifi olmayanın marifeti yoktur. Geçmişin/geleneğin sadece arızalarına takılmış olan bir düşünme biçiminin, tarihsel mirasa karşı bir utanma duygusu oluşur ve bu utanma duygusu geleneğe karşı olan saygısını da yitirir. Oysaki Kur'an tarihi "ibret" olarak kodlar.
Geniş bir bağlamda "Mealcilik, on dokuzculuk, Kur'an'cılık" vb. yaklaşımlar vahyi epistemik bir nesne olarak algılamaktadır. Bu tarz yaklaşımlar için iki kapak arasındaki metin adeta bir hipermarketir. "Her şey onda var." söylemi, vahyin tarihle, insanla, doğayla vs. kurduğu ilişkinin ve bu etkileşimin tarihsel mirasının dışlanmasıdır (Bilerek veya bilmeyerek). Oysaki Kuran, epistemik bir nesne değil, ilahi bir haber ve inşadır. 19'cular için Kur'an matematiksel bir nesnedir. Dört işleme sokulması gereken bir nesne: Topla, çıkar, çarp, böl. Pozitivist literalciler ve pozitivist teologlar için vahiy, sadece bir metindir. Ayetler birer gösterge değil, kelimelerden/kavramlardan meydana gelen cümlelerdir. Her çevirinin "metnin aslına bir ihanet" olduğunun farkında olmayan mealciler için vahiy, bir dilden diğer bir dile aktarılması gereken dilsel bir nesnedir. Çeviri burada vahyi dönüştürmeye tabi tutan çevirmenin nesnesidir. Oysaki ilahi hitabın amacı anlamın, amacın hasıl olmasıdır. "Manalar hasıl olduktan sonra kelimeler geçersiz olur." Kavramlar, sözcükler, cümleler anlamın zihne dercedilmesini sağlayan kıymetli libaslardır; anlamın/gayenin taşıyıcısıdırlar. Lakin anlamın ve amacın kendisi değildir. Bu açıdan "Zahire uymayan batın, batıldır." Zahiri olmayan batın da batıldır.
3.
Kur'an, kendisinin "tüketilemeyecek" bir mesaj-metin olduğunu ısrarla vurgular. Çünkü kendisini bir nur, ilahi bir ruh, şifa, mubin vb. olarak sunar. Tüm bu ikazlara rağmen belirtilen yaklaşımlar ısrarla vahyi kendi parantezlerine indirgeyerek bir tür tüketme iddiasındadırlar. İlahi mesaj her ne kadar metin ile kayıtlanmış gibi görünse de bu kayıtlılık hali, ilahi nefha ile sonsuz bir akışa sahiptir. İlahi bir mesaj olanın mekândaki var oluşu onun insanı muhatap alması yönüyle sadece harfler elbisesine bürünmüş olmasıdır.
4.
Modern bilgi sistemleri/anlama biçimleri Batı merkezli ve Batı merkezcidir. Modern/postmodern bilgi sistemleri güç ve gücün temerküzü için veri/data merkezli hareket eder. "Bilgi güçtür." Ona bu gücü veren temel şey ise varlığın veriye dökülmesidir. Veri, sadece enformatik bir akıştır. Bu yönüyle verinin vicdan derdi yoktur. Vahiy ise vicdanı inşa etmek ister. Vicdan (vecd) kendini kendinde ve kendini varlıkta bulmak, kendini bilmektir.
Batı merkezli bilme anlayışları için her şey aynı zamanda araçtır. Araçsal akıl, özne kibri/bireycilik ve buna baĝlı olarak egemen olan görelilik, özdeşlik, pragmatizm, bilimcilik, data despotizmi, duyumcul olanın salt materyal anlayışı vb. özellikler bu bilme biçimlerinin temel kriz alanlarıdır. Özne kibrinin, egonun en ilkel dürtüsüyle hareket ederek her şeyi ben-merkezciliğe indirgemesi (nefsin ilah edinilmesi) sonucunda hiçbir ilkenin geçerli olmadığı ve kabul görmediği genel bir tutum, hakikatin buharlaşmaşına neden olmaktadır. İşte vahiy tüm bu sapmalara itiraz eden ilkeleri va'z eder. Bu açıdan modern/postmodern anlama/bilme faaliyetleri vahyi masaya yatırıp terbiye etmek gibi bir hadsizlik sergilemektedir. Batı merkezli bilgi sistemlerinin krizlerine itiraz etmeyip bunları ahlaki açıdan inkâr etmeyen her Müslüman bunlara teslim olduğu oranda da Kur'an'ın ahlaki çerçevesinden uzaklaşmaktadır. Oysaki mümin bir insan için Kur'an terbiye edilecek bir nesne-kitap değil; muhatabı, terbiye etmesine müsaade edecek ilahi bir davet, haber ve inşadır.
5.
Popüler medyanın fenomenleri olan Edip Yüksel için Kur'an matematiksel bir nesnedir. Dücane Cündioğlu için borç aldığı Aristocu ve batı felsefesiyle bir fiskede yıkılacak ve felsefenin bir yumrukluk nesnesidir. Mustafa Öztürk için entelektüel bir metin olmayan sıradan masalımsı bir nesnedir. Hakan Talha Alp için insan aklının gerisinde kalmış arkeolojik bir kazı nesnesidir. Bu zevat için Kur'an'daki kıssalar mitolojiktir ve batıdan veresiye alınan demitolojizasyon (mitolojiden arındırma) ile temizlenmesi, rasyonalize edilmesi gerekir. Oysaki bir mümin sebep-sonuçlara bağlı olmanın sünnetullah gereği olduğunu bilir fakat tüm işlerin nihayetinde Hakk’a çıktığına iman eder.
6.
Batı merkezli kapitalist liberal dünya için rasyonalite (salt aklilik) dışında hiçbir şeyin anlamı yoktur. Rasyonalize edilmiş akıl, ağır bir deterministik yaklaşım ile varlığı ontolojik statüsünden düşürerek onu unutmuştur. Unutmanın amacı, varlığı anlamdan arındırıp sekülerarize ederek sömürmektir. Rasyonel aklın bu deterministik despotizminin arka planında varlığı sadece pratik ihtiyaçlara indirgeyerek onu anlamsız ve her yönüyle işlenebilir bir nesneye çevirip pazarlamak vardır. Oysa ki Kur'an varlığı bir ayet/emanet/nimet olarak sunar. Modern bilgi paradigmaları için varlık bir nimet değil işlenmesi gereken bir nesnedir. Sonuç, canlı türlerinin tükenmesi, çevre kirliliği, iklim krizleri vb. Kur'an açısından bu yaklaşım "ekini ve nesli' fesada uğratmaktır.
7.
Bu çağın alamet-i farikası mütekebbir oluşudur. İşte İslam’ın ahlaki çerçevesi buna itiraz eder, bunu inkâr eder. Tüm müstekbirlerin İslam’a ve Müslümanlara yüklenmesinin altında bu hakikat yatmaktadır. Bugün için Müslüman bir birey, Batı merkezli akletme biçimleriyle, bilgi sistemleriyle yüzleşmedigi müddetçe kendisi olarak kalabilmesi çok zordur. Maalesef bugün büyük oranda Müslüman bireyler kendi miraslarından bi-haber oldukları için borç aldıkları Batı dünyasının herhangi bir filozofun bir cümlesiyle ideoloji şövalyesine dönüşmektedir. Birkaç cümleyle Marksist, Nihilist, Hümanist Atesit, Deist vb. olup çıkmaktadır. Ama aynı zamanda da Müslüman bir kültürün içinde yaşamaya devam etmektedir. Bu durum bir tür kimlik ve bilgi bunalımına sebep olmaktadır. Farklı bilgi blokları arasında yalpalayan bu kimlik bunalımı, belli bir noktadan sonra içinde yaşanılan topluma bir kin ve nefret olarak dönmektedir. Müslümanların tüm değerlerine en ağır hakaretleri edecek kadar mankurtlaşmak gibi bir düşmanlık ortaya çıkmaktadır. Soğuk savaş döneminde materyalizm, Marksizm, Komünizm, Sosyalizm vb. ideolojik akımlar 90'lı yıllarda Sovyetler Birliğinin parçalanmasıyla miadlarını doldurdular. Bunların yerine daha mikro-nanoş ideolojik akımlar pompalanmaya başlandı. Ateizim, deizim, agnostizm, fideizim, Lgbt vb.
8.
Soğuk savaş döneminin veresiye ideolojileri ile iradesi Batı merkezli terbiye edilen bu ülkenin çocukları kendi ontolojik statülerinden düşürülünce birbirlerinin canına kast ettiler. Şimdi ise mikro-nanoş ideolojiler ile birbirlerine düşman edilmektedir. Veresiye alınan bu düşünme biçimleri feslefe, metafizik, bilimcilik adı altında kin ve nefret olarak tezahür etmektedir. Kendi coğrafyasının kadim birikimlerini ıskalayanların ısmarladıkları borç, onları bir bataklığa doğru sürüklemektedir. Borç batağına saplanmış olmanın verdiği çaresizliktir nefret kusmaya sebep olan. Bu durum onları haklı çıkarmaz. Çünkü borca verdiği kıymeti kendi mirasına vermemektedir. Kendi mirasını terk etmiş olmanın sonucu olarak borç altındaki minnet duygusu bir hakikat arayışı değil bir hınç olarak kendini dışarıya vurmaktadır.
9.
Bu ülkede soğuk savaş döneminin ideolojik akımlarınıñ felsefi ve entelektüel kökleri olmadığı gibi ateizim, deizim, agnostizm vb. İslâm karşıtı kimliklerin de felsefi ve entelektüel kökleri yoktur. Bu mikro ideolojik operasyonlar özellikle kendilerini Kemalist ve Kürt milliyetçisi olarak tanımlayanlar arasında göstermektedir. Kemalistlerin İslâm’la olan kavgası ile uluslaşamayan Kürt milliyetçiliğinin kapatamadıkları hesabın faturası İslam’a ve Müslümanlara kesilmektedir. Kemalizim ile Kürt milliyetçileri aynı kavşakta buluşmaktadırlar: İslam ve Müslüman düşmanlığı. Özellikle sosyal medyada arz-ı endam eden ve bir hayli yüklü takipçileri olan hesapların profillerine ve bunların paylaşımlarına bakmak yeterlidir.
10.
Tüm bu mikro ideolojik tutumlar Kur'an'daki bir ayeti bağlamından, maksadından vb. kopararak ve self-oryantalistler olan kimi zevatları da (Mustafa Öztürk, Dücane Cündioğlu vb.) referans göstererek ağır hakaretler etmektedirler. Burada Müslümanlara düşen temel görev bunlara alan kapatmak ve kendi gündemlerini inşa edecek söylem ve pratikler ortaya koymaktır. Değilse geriye sadece zaman ve ömür israfı kalacaktır. En temelde ise İslam’a hakaretler yağdıran bu cenahlara alan açmak Kur'an ve Resul-i Ekrem'in manevi şahsiyetlerinin ağır derecede incinmesi olacaktır ki bu da bir Müslüman için acı verici olmalıdır. Sonuç olarak Kur'an'ı modern bilgi sistemleriyle terbiye etmeye kalkışanlar yine Kur'an meydan okur "Nasıl bir inkılaba uğrayacaklarını yakında göreceklerdir." Müminlere düşen ise bu meydan okumanın şahitliğini yapmaktır.
(Şahitlik ise ancak safi bir masumiyetle/Hanif bir duruşla/yaşamla mümkündür. Bugün için bu büyük yük, Gazzeli kardeşlerimizin omzundadır.)
... Tilke eyyamu nudaviluha beyne'n nas... Allahu nur'us-semavati vel'ard...
0 Yorumlar