Sahilsiz Umman
İbnü'l
Arabi'nin hayatını herhangi bir kaynaktan kolayca bulmak ve okumak mümkündür.
Bu da bir düşünürü tanımak için olmazsa olmazdır. Fakat daha da önemli olan bu biyografinin
nasıl bir kişilik inşa ettiğidir. Onun şahsiyetinin nasıl olduğunu ve ilminin derinliğini en iyi
açıklayan kişi Sühreverdiye tarikatının kurucusu Şihabeddin Ömer es-Sühreverdi’dir
(1145-1234). Şeyh, Bağdat’a yaptığı bir yolculukta Şeyh Sühreverdi ile
karşılaşır. Buradan ayrıldıktan sonra Şeyh Sühreverdi’ye İbn-i Arabi’nin ilmi
hakkında kendisine sorular sorulunca o da “sahilsiz bir umman” şeklinde cevap
verir. Şeyh Sühreverdi’nin bu cevabı, İbnü’l Arabi’nin gerek şahsiyeti gerekse
ilmi hakkında tüm çağlarda verilmiş en güzel cevap olmuştur.
Şeyh sekiz yaşına kadar Mursiye'de yaşar. Hicri 568 yılında buradan, devletin başkenti olan İşbiliye'ye göç ederler. Şeyh, toplumun önde gelen, ilim-irfan ehli bir ailedendir. Kur'an'ı bir tasavvuf ehli olan Ebu Abdullah el-Hayyat'tan öğrenmiştir.
Ailesi
devlet bürokrasinde yer alan, ilim-irfan ehli bir ailedir. Babası, dönemin
kadısı olan İbn-i Rüşd ile yakın dosttur. Şeyhimiz tam olarak tespit edilemese
de İbn-i Rüşd ile karşılaşmasından kısa bir süre önce keşfe dayalı bir deneyim
geçirir. Bu deneyimden önceki hayatını "cahiliye dönemi" olarak
tanımlar. Şeyh "cahiliye dönemini" şöyle anlatır:
Gece
bittiğinde kötü arkadaşlarım da ben de yatmaya gidiyorduk çünkü çok dans
etmekten dolayı yorgun düşmüştük... Mescide vardığımda namazın bittiğini
öğrenirsem hiç üzülmez, hatta belki de sevinirdim... İmamın, namazı bitirmesi
için sabırsızlanır, uzun kıraatlere dayanamaz ve içimden 'İşte Haşr'e başladı'
veya 'İşte Vakıa'ya başladı, İnfitar veya Fecr'i okusa olmaz mıydı! Hz. Peygamber, namazı uzatmamayı emretmemiş
midir!' diyerek imama kızardım."
Şeyh,
her ne kadar buna cahiliye dönemi dese de bu dönem cahiliyeden ziyade bir
"gaflet" dönemidir. Ve anlaşılan o ki Şeyh, bu yaşam tarzından hiç de memnun değildir. Bu
memnuniyetsizlik onu bir arayışa sevk etmiştir. Bu şevket dair iki farklı rivayet
vardır. Birincisi şöyledir: Bu arayış sonucunda yine bir eğlence gecesinden
dönerken yolu bir mezarlığa çıkar.
Mezarlığın ortasındaki bir kabre girip burada dört gün zikre/halvete
girer. Bu halvet sonunda içsel bir
aydınlanma tecrübesine yani keşfe/fethe nail olur. İkinci rivayet ise şöyledir:
Şeyh, on dört ay bir halvete çekilir. Bu on dört ayın sonunda fethe nail olur.
Bu iki rivayet farklı olsa da sonuçta Şeyh-i Ekber bir arayış içine girmiş ve
bu arayışın sonunda fethe nail olmuştur. Artık Şeyh, dönüşü olmayan bir yola ve
yolculuğa başlamıştır.
İbn-i Rüşd İle Karşılaşma: Evet-Hayır
Şeyhin yaşadığı tecrübe onu hem dönüştürmüş hem de sahili olmayan bir ilim deryasına gark etmiştir. Şeyhin bu dönüşümü ister istemez ailesinde ve bulunduğu ortamda da yayılacaktır. İbn-i Rüşd dönemin sadece kadısı değil aynı zamanda birçok alanda yetkin biridir. Antik Yunan Felsefesine hâkim, Aristoteles’in eserlerini çeviren ve bir Aristoteles yorumcusudur. Öğrencilerinin yarısından fazlası Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşmaktadır. Aristocu felsefeye göre "Bir şeyi bilmek ancak sebeplerini bilmekle" mümkündür. Bu yöntem varlığı/nesneyi, rasyonel (burhan yöntemi) deterministik olarak ele alır. Ve buna göre varlığın hakikati bundan ibarettir. Yani varlığa dair bilgi ancak bu yöntemle elde edilebilir ve bizler bu yöntem sayesinde varlığın hakikat bilgisine ulaşabiliriz. Bu yöntem, salt aklı (rasyonel) merkeze alarak varlık üzerinde gözlem ve deney yoluyla hareket eder.
“Bir gün Kurtuba’da şehrin kadısı Ebu’l-velîd İbn Rüşd’ün huzuruna girdim.
Halvetimde, Allah’ın bana açmış olduğu şeyleri duyup öğrendiği için benimle
karşılaşmak istiyordu. Duyduklarından dolayı şaşkınlığını izhar ediyordu.
Babamın arkadaşlarından birisi olduğu için babam İbn Rüşd’ün arzusu üzerine
benimle bir araya gelsin diye bir vesileyle beni ona gönderdi. O esnada
bıyıkları henüz terlememiş bir delikanlıydım. Huzuruna girdiğimde sevgi ve
saygıyla kalkıp beni kucakladı ve şöyle dedi:
-Evet!
Ben de cevap verdim:
-Evet!’
Söylediğini anladığım
için sevinci arttı. Sonra, sevincinin sebebinin farkına vardım ve ona ‘hayır’
dedim. Bunun üzerine üzüldü, rengi değişti ve sahip olduğu şeye karşı kuşku
duydu. Bana şöyle dedi:
-Keşif ve İlâhî feyizde,
işin nasıl olduğunu gördün? Acaba teorik düşüncenin bize verdiği gibi midir?
Şöyle cevap verdim:
-Evet ve hayır! Evet ve
hayır arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar bedenlerinden uçar.
Bunun üzerine rengi
sarardı ve kendisini sıkıntı bastı, bağdaş kurup oturdu ve işaret ettiğim şeyi
anladı.
İşte bu, kutup imamın, başka bir ifadeyle müdâviü’l-külûm’ün zikretmiş olduğu meselenin aynısıdır.” (1)
Bu
diyalogda geçen “halvet, evet-hayır, keşif ve ilahi feyz, teorik düşünce, evet
ve hayır arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar bedenlerinden uçar,
müdâviü’l-külûm” ifadelerinin ne anlam ifade ettiklerini bir sonraki yazımızda ele
alacağız.
0 Yorumlar