Ticker

6/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

İbnü'l Arabi ve Ekberilik-2: Sahilsiz Umman

 

Sahilsiz Umman

İbnü'l Arabi'nin hayatını herhangi bir kaynaktan kolayca bulmak ve okumak mümkündür. Bu da bir düşünürü tanımak için olmazsa olmazdır.  Fakat daha da önemli olan bu biyografinin nasıl bir kişilik inşa ettiğidir. Onun şahsiyetinin nasıl olduğunu ve ilminin derinliğini en iyi açıklayan kişi Sühreverdiye tarikatının kurucusu Şihabeddin Ömer es-Sühreverdi’dir (1145-1234). Şeyh, Bağdat’a yaptığı bir yolculukta Şeyh Sühreverdi ile karşılaşır. Buradan ayrıldıktan sonra Şeyh Sühreverdi’ye İbn-i Arabi’nin ilmi hakkında kendisine sorular sorulunca o da “sahilsiz bir umman” şeklinde cevap verir. Şeyh Sühreverdi’nin bu cevabı, İbnü’l Arabi’nin gerek şahsiyeti gerekse ilmi hakkında tüm çağlarda verilmiş en güzel cevap olmuştur.

Bu makalede Şeyh'in biyografisine kısaca değinecek ve bu biyografinin nasıl bir kişilik inşa ettiğini aktarmaya çalışacağız. Şeyhimiz, Hicri 17 Ramazan 6560 (Miladi: 28 Temmuz 1165) tarihinde İspanya’nın Mürsiye (Murcia) şehrinde doğar. Ailenin iki kızı dışında bu ailenin tek erkek evladıdır. Doğduğu bölge Muvahidler devletinin egemenliğinde olup babası da bu devletin üst düzey bürokratlarındandır. Şeyh-i Ekber'in tam adı Muhyiddin Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabi et-Tai el Hatimi'dir. İsminin sonunda yer alan et-Tai, Arapların Tai kabilesine mensup olup Arabistan'dan buraya göç etmiş bir ailedir. Soy olarak meşhur Hatim-i Tai'nin kabilesi olan Beni Tay kabilesindendir.

Şeyh sekiz yaşına kadar Mursiye'de yaşar. Hicri 568 yılında buradan, devletin başkenti olan İşbiliye'ye göç ederler. Şeyh, toplumun önde gelen, ilim-irfan ehli bir ailedendir. Kur'an'ı bir tasavvuf ehli olan Ebu Abdullah el-Hayyat'tan öğrenmiştir.

Ailesi devlet bürokrasinde yer alan, ilim-irfan ehli bir ailedir. Babası, dönemin kadısı olan İbn-i Rüşd ile yakın dosttur. Şeyhimiz tam olarak tespit edilemese de İbn-i Rüşd ile karşılaşmasından kısa bir süre önce keşfe dayalı bir deneyim geçirir. Bu deneyimden önceki hayatını "cahiliye dönemi" olarak tanımlar. Şeyh "cahiliye dönemini" şöyle anlatır:

Gece bittiğinde kötü arkadaşlarım da ben de yatmaya gidiyorduk çünkü çok dans etmekten dolayı yorgun düşmüştük... Mescide vardığımda namazın bittiğini öğrenirsem hiç üzülmez, hatta belki de sevinirdim... İmamın, namazı bitirmesi için sabırsızlanır,  uzun kıraatlere  dayanamaz ve içimden 'İşte Haşr'e başladı' veya 'İşte Vakıa'ya başladı, İnfitar veya Fecr'i okusa olmaz mıydı!  Hz. Peygamber, namazı uzatmamayı emretmemiş midir!' diyerek imama kızardım."

Şeyh, her ne kadar buna cahiliye dönemi dese de bu dönem cahiliyeden ziyade bir "gaflet" dönemidir. Ve anlaşılan o ki Şeyh,  bu yaşam tarzından hiç de memnun değildir. Bu memnuniyetsizlik onu bir arayışa sevk etmiştir. Bu şevket dair iki farklı rivayet vardır. Birincisi şöyledir: Bu arayış sonucunda yine bir eğlence gecesinden dönerken yolu bir mezarlığa çıkar.  Mezarlığın ortasındaki bir kabre girip burada dört gün zikre/halvete girer.  Bu halvet sonunda içsel bir aydınlanma tecrübesine yani keşfe/fethe nail olur. İkinci rivayet ise şöyledir: Şeyh, on dört ay bir halvete çekilir. Bu on dört ayın sonunda fethe nail olur. Bu iki rivayet farklı olsa da sonuçta Şeyh-i Ekber bir arayış içine girmiş ve bu arayışın sonunda fethe nail olmuştur. Artık Şeyh, dönüşü olmayan bir yola ve yolculuğa başlamıştır.

İbn-i Rüşd İle Karşılaşma: Evet-Hayır

Şeyhin yaşadığı tecrübe onu hem dönüştürmüş hem de sahili olmayan bir ilim deryasına gark etmiştir. Şeyhin bu dönüşümü ister istemez ailesinde ve bulunduğu ortamda da yayılacaktır.  İbn-i Rüşd dönemin sadece kadısı değil aynı zamanda birçok alanda yetkin biridir. Antik Yunan Felsefesine hâkim, Aristoteles’in eserlerini çeviren ve bir Aristoteles yorumcusudur. Öğrencilerinin yarısından fazlası Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşmaktadır. Aristocu felsefeye göre "Bir şeyi bilmek ancak sebeplerini bilmekle" mümkündür. Bu yöntem varlığı/nesneyi, rasyonel (burhan yöntemi) deterministik olarak ele alır. Ve buna göre varlığın hakikati bundan ibarettir. Yani varlığa dair bilgi ancak bu yöntemle elde edilebilir ve bizler bu yöntem sayesinde varlığın hakikat bilgisine ulaşabiliriz. Bu yöntem, salt aklı (rasyonel) merkeze alarak varlık üzerinde gözlem ve deney yoluyla hareket eder.


Şeyhin ilme yaklaşımı ve bilgisi, çevresinde ses getirmeye başlar. Babası onu,
  dostu olan İbn-i Rüşd ile buluşturur. Şeyhin bizzat anlatımı şöyledir:

“Bir gün Kurtuba’da şehrin kadısı Ebu’l-velîd İbn Rüşd’ün huzuruna girdim. Halvetimde, Allah’ın bana açmış olduğu şeyleri duyup öğ­rendiği için benimle karşılaşmak istiyordu. Duyduklarından dolayı şaş­kınlığını izhar ediyordu. Babamın arkadaşlarından birisi olduğu için babam İbn Rüşd’ün arzusu üzerine benimle bir araya gelsin diye bir vesileyle beni ona gönderdi. O esnada bıyıkları henüz terlememiş bir delikanlıydım. Huzuruna girdiğimde sevgi ve saygıyla kalkıp beni kucakladı ve şöyle dedi:

-Evet!

Ben de cevap verdim:

-Evet!’

Söylediğini anladığım için sevinci arttı. Sonra, sevincinin sebebinin farkına vardım ve ona ‘hayır’ dedim. Bunun üzerine üzüldü, rengi de­ğişti ve sahip olduğu şeye karşı kuşku duydu. Bana şöyle dedi:

-Keşif ve İlâhî feyizde, işin nasıl olduğunu gördün? Acaba teorik düşüncenin bize verdiği gibi midir?

Şöyle cevap verdim:

-Evet ve hayır! Evet ve hayır arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar bedenlerinden uçar.

Bunun üzerine rengi sarardı ve kendisini sıkıntı bastı, bağdaş kurup oturdu ve işaret ettiğim şeyi anladı.

İşte bu, kutup imamın, başka bir ifadeyle müdâviü’l-külûm’ün zikretmiş olduğu meselenin aynısıdır.” (1)

Bu diyalogda geçen “halvet, evet-hayır, keşif ve ilahi feyz, teorik düşünce, evet ve hayır arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar bedenlerinden uçar, müdâviü’l-külûm” ifadelerinin ne anlam ifade ettiklerini bir sonraki yazımızda ele alacağız.

 Dipnotlar

(1) İbnü'l Arabi, Fütuhat-I Mekkiye, Litera yay., İstanbul 2007, Cilt 1, s. 446.

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement