Türkiye’de, son dönemlerde felsefenin İslam karşıtı bir araç olarak kullanıldığı aşikârdır. Veresiye alınan Batı felsefesinin Aydınlanmacı argümanları ile kendisine İslam karşısında lojistik destek bulan zevatlar, işi o kadar ileri taşımaktadırlar ki Müslüman filozofların aslında dindar/Müslüman olmadıklarını, can güvenlikleri nedeniyle Müslüman göründüklerini iddia edecek kadar asgari hiçbir ilmi ve ahlaki değeri dikkate almamaktadırlar. Bu tarz yaklaşımlar karşısında Müslümanların da baskın oranda bütün geleneklerine olan duyarsızlıkları, veresiyecilere de cirit atacakları alanları bir hayli genişletmektedir. İkinci bir tutum ise gelenekçi Müslüman aklın kendini, gelenekten tevarüs ettiği kimi karizmatik şahsiyetlerin arkasına atarak onların felsefe karşıtı argümanlarını papağan gibi tekrar ederek alternatif hiçbir düşünce ortaya koyamamalarıdır. Bu minvalde elbette ki çok şey yazılabilir fakat biz burada belirttiğimiz bu durum ile iktifa ederek gerçekte kadim anlayışların felsefeye bakışları ile Müslüman filozofların felsefe hakkındaki düşüncelerini ele alacağız. Umarız burada ele alınacak olanlar hem veresiyecilere hem de terk-i mirasçılara bir nevi cevap çıkmış olur ve biz de İslam’ın kaynaklık ettiği felsefe geleneğimize karşı olan sadakatimizi bir nebze de olsa ifa etmiş olacağız.
“Felsefe
nedir?” Sorusu aklın en hasbi felsefi bir soruşturması olmaklığını hak eder.
Felsefe, eğer düşünmenin hakkını vermekse ki öyle olmak zorundadır, öncelikli
olarak bu düşünmenin ne olduğu, nasıl olması gerektiği ve hangi amaçla
yapılması gerektiği berraklaştırılmalıdır. Felsefe, doğası gereği ağır bir
kavramsal örgüyle hareket eder. Yapısı bu olsa da tamamen böyle olduğu iddia
edilmez.
Bir
filozofu filozof ve onun düşünsel etkinlik ve üretimini de felsefe yapan birçok
parametre vardır. Bunların en başında kavram üretimi ve sembolleştirme gelir.
Çünkü düşüncenin özgünlüğü, onun kendine has kavramsal hazinesiyle doğrudan
bağlantılıdır. Bu anlamda kavram üretmeyen bir düşünür filozof olmayı hak
etmez. Kavram üretmeyen bir filozof neye yarar ki. Kavramsal üretimle birlikte
filozofun bu kavramları sembolize etmesi yani düşünce/anlam yüklü depolar
haline getirmesi gerekir. Sembolize edilmeyen kavramlar belli bir süre sonra geçerliliğini
yitirir. “Kavramlar her ne kadar kendi asrının çocukları” olsa da çağını aşan
kavramlar hep var olagelmiştir. Çünkü sembolize edilerek muhatabına düşünme
alanı bırakmıştır. Burada “kavram-sembol” ilişkisi çerçevesinde bir filozof
neden böyle bir yola başvurur? sorusu da doğal olarak sorulur. İşraki
Felsefe’nin kurucu düşünürü Şihabeddin Sühreverdi’nin (1155-1191) temel felsefi metni olan Hikmet’ül İşrak’ın
yorumcusu olan Şemseddin Şehrezori (1181-1288) bunun gerekçelerini şöyle
açıklar: Birincisi, hikmetin ehil olmayan kişilerin eline düşmesini önlemek.
İkincisi, talipleri tembellik ve gevşeklik göstermekten alıkoymak. Üçüncüsü de
zihni keskinleştirmek, böylece öğrenci, kolay ve rahata alışmaz; bütün
varlığımı öğrenime verir ve gevşeklik yapmaz (1).
Sembol
o kadar önemlidir ki Sühreverdi bunu şu şekilde açıklar: Eski filozofların
sözleri semboliktir. Bu yüzden onlara yöneltilen eleştiriler sözlerinin
zahirine yönelik ise de kastettikleri anlama yönelik değildir. Dolayısıyla
sembol, eleştiri ve ret konusu yapılmaz (2).
Felsefenin
nasıl bir etkinlik olduğunu ve yapısını İşraki bir perspektifle ortaya koyan
yukardaki bahisten sonra Müslüman filozofların felsefe anlayışını da
serimlemeye başlayabiliriz. Her şeyden önce şunu vurgulayalım: Bütün Müslüman
filozofların akli etkinliklerin referans çerçevesini belirleyen Kur’an ve Hz.
Peygamber’dir. Bunun aksine iddiada bulunmak ya tahriftir ya da algısal ve
ideolojik indirgemecilik olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Müslüman
filozoflar, hikmet ve hakikat namına nereden ve kimden gelirse gelsin her türlü
bilgiyi kucaklamaktan imtina etmedikleri gibi bundan dolayı da hiçbir komplekse
girmemişlerdir. Çünkü hikmetin yitik bir hazine olduğunu vurgulayan birçok
Kur’an ayeti ve Hz. Peygamber’in hadisleri burada belirleyici referanslardır.
Müslüman
filozofların felsefe hakkındaki düşünceleri, felsefeye yaklaşımı ve
“felsefe”den ne anladıklarını bu filozofların bizzat kendi metinlerinden
hareket ederek ortaya koyacağız.
İlk
Müslüman filozof olarak kabul edilen Kindî’ye (öl. 866) göre felsefe “İnsanın
gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmektir. Çünkü filozofun bilgiden amacı,
gerçekliğin bilgisini yakalamak, davranışının amacı ise sürekli fiil değil,
gerçeğe göre davranmaktır.” Kindî, Meşşai yani Aristotalesçi bir filozof olduğu
için ona gerçekliğin bilgisi “sebeplilik bağıntısıdır.” Bu yaklaşım Aristo’nun
“Bir şeyi bilmek, sebeplerini bilmektir.” İlkesiyle örtüşür ve bu ilke bilimin
de temelidir. Burada felsefe sadece akli bir soyutlama değil aynı zamanda
bilimsel bir araştırmadır. Bu yöntemle elde edilen bilgiye göre de eylemde
bulunmak gerekir.
Hakbilirliğin gereği olarak bize düşen, hakiki ve ciddi konularda kendilerinden büyük ölçüde yararlandıklarımız şöyle dursun, basit ve küçük ölçüde yararlandıklarımızı dahi karalamamaktır. Her ne kadar bazı gerçekleri görememişlerse de bize intikal eden düşünce ürünleriyle onlar, bizim atamız ve ortağımız sayılırlar… O halde, bize gerçeği büyük ölçüde getirenler bir yana, onu azıcık olarak ulaştıranlara da şükran borcumuz büyük olmalı. Çünkü onlar kendi düşünce ürünlerine bizleri ortak ettiler ve sundukları mantıki önermelerle gerçeklere ulaşmanın yollarını kolaylaştırdılar… Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçek’ten daha değerli bir şey yoktur (3).
Kindî,
felsefe namına geçmişte üretilen düşünceleri bire bir aktarmanın doğru
olmadığını vurgularken, onların eksik-yanlış vb. taraflarını öne çıkarıp onları
karalamanın da doğru olmadığını vurgular. Geçmişin düşünceleri bize, gerçeğe
ulaşmada katkı sağlar. Bu anlamda felsefe ret ve inkârın alanı değildir.
Filozof da başka diyarlardan aldığı düşüncelerden dolayı herhangi bir komplekse
girmemeli ve bundan dolayı utanmamalıdır. Tam aksine gerçeğe ulaştıran bilgiyi
sevgiyle kucaklamalı ve bu bilgiyi benimsemelidir. Çünkü buradaki gaye, gerçeğe
ulaşmaktır. Gerçeğe ulaşma asıl gaye olunca felsefenin karşıt bir kutup olarak
araç olarak kullanılması da yanlıştır. Ona göre “varlığın hakikatinin bilgisi
felsefe çerçevesine girer.” Bu çerçeve “ilahiyatın, vahdaniyetin, ahlak bilgisinin,
hatta tüm yararlı şeylerin bilgisinin” çerçevesidir. İşte peygamberler de
peygamberler de ahlaki olmayanların terki, ahlaki olanlarının kazanılmasının
çabasını ortaya koyarlar. Bu yönüyle felsefe ile dinin çatıştığını iddia etmek
veya bunları karşı karşıya getirmekten daha sakıncalı bir yaklaşım olamaz.
Felsefeye karşı olanlar da akli bir etkinlikte bulunur, filozof da. Dolayısıyla
felsefeye karşı çıkanların akli etkinliği iptal ederek felsefe karşıtlığı
yapmaları abestir. Çünkü iki yönden de akıl hareket halindedir yani araştırma,
soruşturma, kabul, ret vb. Tüm bunların akıl ile yapılır. Haliyle “felsefeye
karşı olanların mantığına göre kendilerinin de felsefe yapmaları gerekir.” Felsefenin
gerekli mi gereksiz mi, yararlı mı zararlı mı olduğunu ortaya koymak için yine
felsefe yapmak kaçınılmazdır. Çünkü felsefe akli bir etkinliktir, aklın
eylemidir.
Kindî,
felsefe-din ilişkisini ise şu şekilde açıklar: Amaçları riyaset ve din
tacirliği olanların kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu
satar, sattığı ise artık kendisinin değildir. Kim din tâcirliği yaparsa onun
dini yoktur. Gerçekte varlığın hakikatinin bilgisini (felsefe) edinenlere karşı
çıkan ve onu küfür sayanın dinle bir ilişkisinin kalmaması gerekir (4).
Felsefe
ile dini karşı karşıya getirerek dini dogmatiklik olarak tanımlamak, dinin akıl
dışı olduğunu iddia etmektir ki, felsefi tutarlılık açısından bu iddia İslam’a
açıkça aykırıdır. Çünkü İslam, kendisinin kabulünü doğrudan akıl sağlığının
yetkin (akil baliğ) ve yerinde olmasını şart koşar. Sonuçta felsefeyi din
karşıtı gösterenler de; dini, felsefe karşısında gösterenler de aynı kavşakta
buluşmaktadırlar: Din ve felsefe tâcirliği yapmak. Nasıl ki dinin ticaretini
yapanın dinle bir ilişkisi kalmıyorsa, felsefeyi din karşısında konumlandırıp
bir araç olarak kullananların da felsefe ile bir ilişkisi kalmamaktadır.
2) A. g. e., sf 31.
3) Mahmut Kaya, Felsefe Metinleri, Klasik Yay., İst. 2003, s. 8-9.
4) Kinî, Felsefi Risaleler, Klasik Yay., İst. 2014, s. 129.
0 Yorumlar