Ticker

6/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

Müslüman Filozoflarda “Felsefe” Anlayışı-1

Türkiye’de, son dönemlerde felsefenin İslam karşıtı bir araç olarak kullanıldığı aşikârdır. Veresiye alınan Batı felsefesinin Aydınlanmacı argümanları ile kendisine İslam karşısında lojistik destek bulan zevatlar, işi o kadar ileri taşımaktadırlar ki Müslüman filozofların aslında dindar/Müslüman olmadıklarını, can güvenlikleri nedeniyle Müslüman göründüklerini iddia edecek kadar asgari hiçbir ilmi ve ahlaki değeri dikkate almamaktadırlar. Bu tarz yaklaşımlar karşısında Müslümanların da baskın oranda bütün geleneklerine olan duyarsızlıkları, veresiyecilere de cirit atacakları alanları bir hayli genişletmektedir. İkinci bir tutum ise gelenekçi Müslüman aklın kendini, gelenekten tevarüs ettiği kimi karizmatik şahsiyetlerin arkasına atarak onların felsefe karşıtı argümanlarını papağan gibi tekrar ederek alternatif hiçbir düşünce ortaya koyamamalarıdır. Bu minvalde elbette ki çok şey yazılabilir fakat biz burada belirttiğimiz bu durum ile iktifa ederek gerçekte kadim anlayışların felsefeye bakışları ile Müslüman filozofların felsefe hakkındaki düşüncelerini ele alacağız. Umarız burada ele alınacak olanlar hem veresiyecilere hem de terk-i mirasçılara bir nevi cevap çıkmış olur ve biz de İslam’ın kaynaklık ettiği felsefe geleneğimize karşı olan sadakatimizi bir nebze de olsa ifa etmiş olacağız.

“Felsefe nedir?” Sorusu aklın en hasbi felsefi bir soruşturması olmaklığını hak eder. Felsefe, eğer düşünmenin hakkını vermekse ki öyle olmak zorundadır, öncelikli olarak bu düşünmenin ne olduğu, nasıl olması gerektiği ve hangi amaçla yapılması gerektiği berraklaştırılmalıdır. Felsefe, doğası gereği ağır bir kavramsal örgüyle hareket eder. Yapısı bu olsa da tamamen böyle olduğu iddia edilmez.

Bir filozofu filozof ve onun düşünsel etkinlik ve üretimini de felsefe yapan birçok parametre vardır. Bunların en başında kavram üretimi ve sembolleştirme gelir. Çünkü düşüncenin özgünlüğü, onun kendine has kavramsal hazinesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu anlamda kavram üretmeyen bir düşünür filozof olmayı hak etmez. Kavram üretmeyen bir filozof neye yarar ki. Kavramsal üretimle birlikte filozofun bu kavramları sembolize etmesi yani düşünce/anlam yüklü depolar haline getirmesi gerekir. Sembolize edilmeyen kavramlar belli bir süre sonra geçerliliğini yitirir. “Kavramlar her ne kadar kendi asrının çocukları” olsa da çağını aşan kavramlar hep var olagelmiştir. Çünkü sembolize edilerek muhatabına düşünme alanı bırakmıştır. Burada “kavram-sembol” ilişkisi çerçevesinde bir filozof neden böyle bir yola başvurur? sorusu da doğal olarak sorulur. İşraki Felsefe’nin kurucu düşünürü Şihabeddin Sühreverdi’nin (1155-1191)  temel felsefi metni olan Hikmet’ül İşrak’ın yorumcusu olan Şemseddin Şehrezori (1181-1288) bunun gerekçelerini şöyle açıklar: Birincisi, hikmetin ehil olmayan kişilerin eline düşmesini önlemek. İkincisi, talipleri tembellik ve gevşeklik göstermekten alıkoymak. Üçüncüsü de zihni keskinleştirmek, böylece öğrenci, kolay ve rahata alışmaz; bütün varlığımı öğrenime verir ve gevşeklik yapmaz (1).

Sembol o kadar önemlidir ki Sühreverdi bunu şu şekilde açıklar: Eski filozofların sözleri semboliktir. Bu yüzden onlara yöneltilen eleştiriler sözlerinin zahirine yönelik ise de kastettikleri anlama yönelik değildir. Dolayısıyla sembol, eleştiri ve ret konusu yapılmaz (2).

Felsefenin nasıl bir etkinlik olduğunu ve yapısını İşraki bir perspektifle ortaya koyan yukardaki bahisten sonra Müslüman filozofların felsefe anlayışını da serimlemeye başlayabiliriz. Her şeyden önce şunu vurgulayalım: Bütün Müslüman filozofların akli etkinliklerin referans çerçevesini belirleyen Kur’an ve Hz. Peygamber’dir. Bunun aksine iddiada bulunmak ya tahriftir ya da algısal ve ideolojik indirgemecilik olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Müslüman filozoflar, hikmet ve hakikat namına nereden ve kimden gelirse gelsin her türlü bilgiyi kucaklamaktan imtina etmedikleri gibi bundan dolayı da hiçbir komplekse girmemişlerdir. Çünkü hikmetin yitik bir hazine olduğunu vurgulayan birçok Kur’an ayeti ve Hz. Peygamber’in hadisleri burada belirleyici referanslardır.

Müslüman filozofların felsefe hakkındaki düşünceleri, felsefeye yaklaşımı ve “felsefe”den ne anladıklarını bu filozofların bizzat kendi metinlerinden hareket ederek ortaya koyacağız.

İlk Müslüman filozof olarak kabul edilen Kindî’ye (öl. 866) göre felsefe “İnsanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmektir. Çünkü filozofun bilgiden amacı, gerçekliğin bilgisini yakalamak, davranışının amacı ise sürekli fiil değil, gerçeğe göre davranmaktır.” Kindî, Meşşai yani Aristotalesçi bir filozof olduğu için ona gerçekliğin bilgisi “sebeplilik bağıntısıdır.” Bu yaklaşım Aristo’nun “Bir şeyi bilmek, sebeplerini bilmektir.” İlkesiyle örtüşür ve bu ilke bilimin de temelidir. Burada felsefe sadece akli bir soyutlama değil aynı zamanda bilimsel bir araştırmadır. Bu yöntemle elde edilen bilgiye göre de eylemde bulunmak gerekir.

Hakbilirliğin gereği olarak bize düşen, hakiki ve ciddi konularda kendilerinden büyük ölçüde yararlandıklarımız şöyle dursun, basit ve küçük ölçüde yararlandıklarımızı dahi karalamamaktır. Her ne kadar bazı gerçekleri görememişlerse de bize intikal eden düşünce ürünleriyle onlar, bizim atamız ve ortağımız sayılırlar… O halde, bize gerçeği büyük ölçüde getirenler bir yana, onu azıcık olarak ulaştıranlara da şükran borcumuz büyük olmalı. Çünkü onlar kendi düşünce ürünlerine bizleri ortak ettiler ve sundukları mantıki önermelerle gerçeklere ulaşmanın yollarını kolaylaştırdılar… Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için gerçek’ten daha değerli bir şey yoktur (3).

Kindî, felsefe namına geçmişte üretilen düşünceleri bire bir aktarmanın doğru olmadığını vurgularken, onların eksik-yanlış vb. taraflarını öne çıkarıp onları karalamanın da doğru olmadığını vurgular. Geçmişin düşünceleri bize, gerçeğe ulaşmada katkı sağlar. Bu anlamda felsefe ret ve inkârın alanı değildir. Filozof da başka diyarlardan aldığı düşüncelerden dolayı herhangi bir komplekse girmemeli ve bundan dolayı utanmamalıdır. Tam aksine gerçeğe ulaştıran bilgiyi sevgiyle kucaklamalı ve bu bilgiyi benimsemelidir. Çünkü buradaki gaye, gerçeğe ulaşmaktır. Gerçeğe ulaşma asıl gaye olunca felsefenin karşıt bir kutup olarak araç olarak kullanılması da yanlıştır. Ona göre “varlığın hakikatinin bilgisi felsefe çerçevesine girer.” Bu çerçeve “ilahiyatın, vahdaniyetin, ahlak bilgisinin, hatta tüm yararlı şeylerin bilgisinin” çerçevesidir. İşte peygamberler de peygamberler de ahlaki olmayanların terki, ahlaki olanlarının kazanılmasının çabasını ortaya koyarlar. Bu yönüyle felsefe ile dinin çatıştığını iddia etmek veya bunları karşı karşıya getirmekten daha sakıncalı bir yaklaşım olamaz. Felsefeye karşı olanlar da akli bir etkinlikte bulunur, filozof da. Dolayısıyla felsefeye karşı çıkanların akli etkinliği iptal ederek felsefe karşıtlığı yapmaları abestir. Çünkü iki yönden de akıl hareket halindedir yani araştırma, soruşturma, kabul, ret vb. Tüm bunların akıl ile yapılır. Haliyle “felsefeye karşı olanların mantığına göre kendilerinin de felsefe yapmaları gerekir.” Felsefenin gerekli mi gereksiz mi, yararlı mı zararlı mı olduğunu ortaya koymak için yine felsefe yapmak kaçınılmazdır. Çünkü felsefe akli bir etkinliktir, aklın eylemidir.

Kindî, felsefe-din ilişkisini ise şu şekilde açıklar: Amaçları riyaset ve din tacirliği olanların kendileri dinden yoksundur. Çünkü bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir. Kim din tâcirliği yaparsa onun dini yoktur. Gerçekte varlığın hakikatinin bilgisini (felsefe) edinenlere karşı çıkan ve onu küfür sayanın dinle bir ilişkisinin kalmaması gerekir (4).

Felsefe ile dini karşı karşıya getirerek dini dogmatiklik olarak tanımlamak, dinin akıl dışı olduğunu iddia etmektir ki, felsefi tutarlılık açısından bu iddia İslam’a açıkça aykırıdır. Çünkü İslam, kendisinin kabulünü doğrudan akıl sağlığının yetkin (akil baliğ) ve yerinde olmasını şart koşar. Sonuçta felsefeyi din karşıtı gösterenler de; dini, felsefe karşısında gösterenler de aynı kavşakta buluşmaktadırlar: Din ve felsefe tâcirliği yapmak. Nasıl ki dinin ticaretini yapanın dinle bir ilişkisi kalmıyorsa, felsefeyi din karşısında konumlandırıp bir araç olarak kullananların da felsefe ile bir ilişkisi kalmamaktadır.

 Dipnotlar

 1) Ş. Şehrezori, Hikmet’ül İşrak Şerhi, Ketebe Yay., İst. 2021, sf. 31.

2) A. g. e., sf 31.

3) Mahmut Kaya, Felsefe Metinleri, Klasik Yay., İst. 2003, s. 8-9.

4) Kinî, Felsefi Risaleler, Klasik Yay., İst. 2014, s. 129.

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement