Ticker

6/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

Esat Arslan Yazdı. SPİNOZA BEDİÜZZAMAN’I HAKKIYLA ANLADI MI? (2)

 

Esat Arslan


Spinoza için gerçek mutluluk aklın etkin duyguları yoluyla keşfettiğimiz Tanrısal sıfatları kendi hayatımızda ve evrende müşahede etmenin yarattığı kalıcı ruh huzurudur.


I.            A

Tartışmaya başlamadan önce kısaca Spinoza’nın Ethica kitabını özetleyeceğim. Ta ki tartışmamın Ethica’nın bütününde nereye oturduğu berraklaşabilecek olsun.

Ethica beş bölümden oluşur. Ve ilk bölümü Tanrı’yı tartıştığı bir metafizik araştırmasıdır. Spinoza’ya göre görüyor olduğumuz tüm çeşitliliğiyle ve hareketleriyle bu evren aslında tek bir cevherin/tözün tezahüründen ibarettir. Ve evrendeki sınırlı ve sonlu her şey ve her değişim bu cevherin/tözün tecellileri/modları/tavırlarından ibarettir. Evrene kaynaklık eden bu cevher sonsuz sayıda mükemmel sıfata sonsuz bir biçimde sahip olan ve ezeli ve ebedi olup zamansal değişimden etkilenmeyen Tanrı’dan başka bir varlık değildir. Spinoza bir cevher ve töz olarak kavranmış ve sonsuz sayıda sıfata mükemmelen sahip bu Tanrı’ya Natura Naturans adını verir; yani Doğuran Doğa. Spinoza gözlerimizle gördüğümüz ve fizik, kimya, biyoloji, astronomi jeoloji, meteoroloji, ekoloji vs gibi bilimlerin konusu olduğu haliyle evrene; yani zamanın akışında nedensellik prensibine göre çalışan ve Natura Naturans olarak Tanrı’nın tezahüründen ibaret olduğu haliyle evrene ise Natura Naturata, yani Doğurulmuş Doğa adını verir. Spinoza için Tanrı Naturans’ın ve Natura Naturata’nın bütünlüğüdür. Spinoza Tanrı’yı ve onun doğasını tartıştığı bu bölümde Tanrı’nın sadece üç sıfatını ele alır: (1) Tanrı Sonsuz Düşünce ve Akıldır –ki bunu kendi sınırlı aklımız yoluyla kavrarız. (2) Tanrı Sonsuz Mekan/Uzam’dır -ki bunu sınırlı bedenimiz yoluyla kavrarız. Ve 83) Tanrı kendi özünü dışarıdan hiçbir baskı altında kalmadan özgür bir biçimde açığa vurma yeteneğine sahiptir. Ki Tanrı’nın bu yeteneği onun kudreti, yani ‘potentia’sıdır ve bizler Tanrısal kudreti kendi küçük hayatlarımızda tecelli eden ve bizim özümüzü oluşturan var kalma çabamız ve temel arzumuz, yani conatus’umuz yoluyla kavrarız. Spinoza için Tanrı’nın ‘şunu yapayım mı yoksa yapmayayım mı?” diye keyfi bir iradesi yoktur. Tanrı2nın mutlak özgürlüğü onun keyfi bir biçimde karar verebilmesinde değil, kendi onsuz özünü hiçbir dış baskı altında kalmadan özgürce açığa vurabilmesinde yatar. Zaten bizim kendimizde müşahede etiğimiz “şunu mu yapayım yoksa bunu mu” sorusuna yanıt olarak deneyimlediğimiz tercih yeteneği ve keyfi irade de kararlarımızın nedenini bilmemekten kaynaklanır. Yani keyfi irade bir yanılsamanın ürünüdür. Ve bir hakikati yoktur. Fakat Tanrı sonuna kadar özgürdür. Zira onun kendini açığa vurma kudretini engelleyecek hiçbir dış güç yoktur. Biz insanlar olarak kendi gerçek özgürlüğümüz de üzerimizdeki dış baskılardan kurtulup kendi özümüzü açığa vurabilme yeteneğimizden ibarettir.


Bir Töz ve Natura Naturans olarak Tanrı, zamanüstü ve ezeli ebedidir. Bir Natura Naturata ve Töz’ün tezahürü olarak Tanrı’daki olaylar, şeyler, nesneler ve süreçler ise ezelden gelen ve ebede giden bir zamanın akışında neden-sonuç zincirleriyle birbirine sımsıkı bağlanmıştır. Evrendeki her şey ve her değişim kaynağını bir Töz ve Cevher olarak Tanrı’dan alır. Bu dikey nedenselliktir. Fakat bir tezahür ve Natura Natura Naturata olarak kavranan evrende olan biten her şeyin, yani Tanrı’nın zamanda ortaya çıkan ve sonra kaybolan her tecellisi/modu ve tavrının zamanda ondan önce gelen bir nedeni daha vardır ki biz bu nedenleri doğa bilimleri yoluyla öğreniriz. Bu yatay nedenselliktir.

Spinoza’da dikey nedensellik ve yatay nedensellik arasındaki farkı anlamak, onun düşüncesinin bütünlüğünü anlamakta kritik önemdedir. Bu hususu sonra açımlayacağız.  

Spinoza bu bölümde anlattığı metafizikten çok sayıda sonuç çıkarılabileceğini söyler. Örneğin burada, yani metafizik görüşlerini tartıştığı birinci bölümü bitirirken, Spinoza isteseydi bir çiçekteki, bir böcekteki, bir insan bedenindeki, bir zigotun gelişimindeki Tanrısal Sıfatların neler olduğunu tartışabilirdi. Fakat bunu yapmıyor. Ve diyor ki “işte biz bundan sonra bu metafizik görüşün bizim mutluluk anlayışımıza neler kattığını tartışacağız”. Ve ikinci bölümde mutluluk tartışmasına bir başlangıç olarak bir epistemoloji ve bilgi kuramı hakkındaki görüşlerini serimlemeye geçiyor.

Spinoza’nın bilgi kuramı nasıl bir bilgi kuramı? Spinoza burada Tanrı’nın iki sıfatını öne çıkarıyor: Sonsuz Düşünce olarak Tanrı ve Sonsuz Mekân/Uzam olarak Tanrı. Yani insandaki zihin ve bedenin tecellisi oldukları mutlak tanrısal sıfatlar. Spinoza’ya göre ne beden zihni etkileyebilir, ne de zihin bedeni. Fakat her ikisi de aynı Cevher olarak Tanrı’nın sıfatlarının cüzi tecellileri oldukları için her zaman birbirine paralel işlerler. Zihin ve bedenin işleyişi arasında bir uyumsuzluk olamaz. Çünkü onlar aynı sonsuz cevherin tecellilerinden ibarettir. Yani bedenimizin bir etkilenime maruz kalması demek, zihnimizin de bir etkilenime maruz kalması demektir. Yani bedene etki eden her cisim ve her olay zihinde de bulanık da olsa bir fikre tekabül eder. Bu bilinç aşamasıdır. Sonra biz dışarıdan edindiğimiz bu fikir üzerine düşünmeye başlayınca, yani fikrin fikrini oluşturduğumuzda dış dünyadan bize etki eden cismin edilginliğinden sıyrılır ve düşüncede etkin olmaya başlarız. Bu özbilinç aşamasıdır. Yani örneğin bir elma yediğimizde önce “ne kadar lezzetli bu elma” deriz. Bu bilinç aşamasıdır.  Sonra “bu elamyı lezzetli bulduğumun farkındayım” deriz ki bu da özbilinç aşamasıdır. Özbilinç aşamasında bize etki eden cismin nitelikleri, bizim etkilenime maruz kalmamızın içsel sebepleri, cismin bize nasıl ve hangi nedenle etki ettiği, yani cismin doğası gibi hususlarda tefekkür etmeye başlarız ki bu süreç akıl aşamasıdır. Ve dışarıdan gelen fikirleri özbilincimizden geçirip sonra akıl yoluyla kavradığımızda, nesneleri doğadaki nedenleri yoluyla bilmeyi öğrenir, yani doğa bilimi yaparız. Bilinç aşamasında zihin tamamen edilgindi. Akıl aşamasında ise zihin artık tüm edilginliğini aşmış ve tamamen etkin hale gelmiştir. Ve doğa bilmilerinin nedensellik ilkesine dayanan kesin bilgilerini keşfetme yeteneği kazanmıştır. Burada şu hususun ısrarla vurgulanması gerekiyor. Tüm bu zihinsel sürecin işleyebilmesi için bedenin aktif bir biçimde dış dünyadaki nesnelerle temasa geçirilmesi ve bedenin dış uyaranlara sistematik bir biçimde maruz bırakılması gerekiyor. Zira Spinoza için zihindeki her fikir bedendeki bir etkilenimle eş zamanlı oluşur. Bu hususun önemi şurada: Eski filozofların hilafına Spinoza için beden ve onun etkilenimleri doğru bilgiye engel değil; doğru bilgiye ulaşmanın, doğa felsefesi ve metafizik yapmanın vazgeçilmez bir aracı.

Spinoza burada iki bilgi türü arasında ayrım yapıyor: birinci tür bilgi yani bilinç aşamasında, eşyayı ve evreni duyularımız ve hayal gücümüz yoluyla algıladığımız ilk aşama, sanı ve kanı aşamasıdır ki gerçek manada bilgi verme yeteneğine sahip değildir. Akıl aşaması, yani nesnelerin doğasını ve nedensellik ilişkilerini anlama aşamasına nüfuz ettiğimiz ikinci tür bilgi ise bizim evreni doğa bilimleri yoluyla bilme yeteneğimizdir. Yani akıl aşamasında evreni bir Natura Naturata olarak; zamanda ezelden gelen ve ebede giden, zaman içinde bir akış halinde ve içindeki eşyanın ve olayların birbirine zorunlu neden-sonuç bağlarıyla bağlı olduğu biçimi keşfederiz. Bu doğa hakkında kesin bilgilere ulaştığımız doğa bilimleri aşamasıdır. Spinoza burada üçüncü tür bir bilgi daha ayırt ediyor –ki bu ancak ve ancak akıl ve doğa bilimleri yoluyla bilgi edindikten sonra gelişebilir- bu bilgi türü sezgiyle bilmedir. Spinoza sezgiyle bilmenin iki örneğini veriyor. Birisi örneğin türev almanın kurallarını ciddi bir biçimde öğrenmiş bir bireyin y=2x’i görür görmez hiç hesap yapmadan sezgileriyle “bu formülün x’e göre türevi ‘2’’dir” demesidir. Oysa türev almayı yeni öğrenmiş bir öğrenci bu türevi alabilmek için eline kalem kağıt alıp hesaplamalar yapmak zorunda kalacaktı. Yani aklını kullanarak bu türevi alabilecekti. Üçüncü tür bilginin ikinci biçimi ise, doğayı akıl ve doğa bilimleri yoluyla, yani zamanda akan zorunlu nedensellik bağlarını etüt ettikten sonra, onu zamanüstü ve ezeli ve ebedi olanla, yani Natura Naturans olarak Tanrı, bir Cevher olarak Tanrı ve onun sonsuz sıfatları yoluyla aracısız bilmektir. Spinoza bu bölümde üçüncü tür bilginin nasıl edinileceğini ve önemini çok tartışmıyor. Fakat üçüncü tür bilgi daha sonra anlaşılacağı üzere onun tüm sisteminin en hayati noktası. Spinoza bu tartışmaya son bölümde gelecek. Ben de bu tür bilgiyi son bölümün özetinde teşrih edeceğim.

Dediğim gibi, Ethica’nın temel derdi bir metafizik ya da bilgi kuramı tartışması değil. Spinoza tüm bunları bir mutluluk felsefesine hazırlık olarak açıklama gereği duyuyor. Ethica metafiziğe ve bilgi kuramına muazzam katkılar yapmış olsa da, bunlar Ethica’nın nihai amacı değil. Bu yüzden Spinoza üçüncü bölümde, mutluluk konusuna bir geçiş olarak insan duygularını, onların kökenlerini ve doğalarını tartışmaya geçiyor. İkinci bölümde insan varlığını zihin ve beden olarak ayırmış olan Spinoza burada kritik bir hamle yapıyor: insan zihninin hedefi etkin olmaktır, insan bedeninin hedefi de etkin olmaktır, yani insanın hem bedeni hem ruhu var kalmak ve etkin olmak için çabalar ki insanın bir bütün olarak özü de budur: yani var kalma çabası ya da o meşhur kelimeyi kullacaksak insanın bir beden ve zihin olarak bütünlüğünü kuran ‘conatus’ ya da ‘arzu.’ İnsana bütünlüğünü veren bu arzunun Tanrısal kudretin/potentia’nın sınırlı bir tecellisi olduğunu daha önce söylemiştik. İnsanın özünden gelen ve insanı zihni ve bedeniyle etkin olmaya yönelten conatus ve arzu yanında, insan dışarıdan gelen etkilere de açıktır. İnsan onu edilginken etkin kılan şeylere maruz kaldığında sevinç duyar. İnsan onu etkinken edilgin kılan şeylerden ise keder duyar. Ve eğer insanın sevinci dışarıdaki bir nesneye yönelikse, bu sevinç duygusu, sevgi adını alır. İnsanın kederi bir nesneye yönelik ise, bu keder duygusu nefret adını alır. Sevinç ve sevgi insan etkinliğini artırır, keder ve nefret ise insan etkinliğini azaltır. Yani conatus ve arzu açısından konuşursak her insan özü gereği, yani conatus gereği, etkinliğini artırmak istediğine göre sevinç ve sevgi duyguları insanın lehine, keder ve nefret duyguları ise insanı aleyhinedir.

İnsanın duygusal yapısının kökeni ve doğası budur. Spinoza bunları anlattıktan sonra uzun uzun çeşitli etkin ve edilgin duyguların bu temel duygulardan, yani conatus, sevinç ve keder duygularından nasıl türediğini anlatıp insanın duygusal yapısının karmaşıklığının bir dökümünü yapar ki bu detaylar bizleri ilgilendirmiyor.


Spinoza insan duygularının kökenini ve doğasını anlattığını üçüncü bölümden sonra gelen dördüncü bölümde insanın duygularına olan esaretini anlatıyor. Spinoza’ya göre bizde sevinç ve sevgi duygusu da uyandırsa, bizde keder ve nefret duygusu da uyandırsa, bu duyguları aklın süzgecinden geçirip, onları kendi özümüzden gelen güçle dönüştürüp, kendimizi ve aklımızı duygularımızı denetler ve dönüştürebilir hale getirmediğimiz sürece duygularımızın ve bedenimizin esiriyizdir. Spinoza’ya göre insanın gerek bedeniyle gerekse de zihniyle edilginlikten sıyrılıp etkin hale geçmeye arzu duyduğunu, yani conatus’un insanın özü olduğunu söylemiştim. İşte Spinoza insanın bedenini pasif duruma sokan duyguları aklıyla denetim altına alıp onları dönüştürebilmesi yeteneğine erdem/güç adını veriyor. Ve Spinoza için gerçekten edilgin olmaktan çıkıp etkin hale geleceksek, yani conatus’umuzun var kalma arzumuzun hakkını vereceksek tüm beden kaynaklı duygularımızı aklın denetimine almak zorundayızdır. Yani akılda etkin duygular uyandırmak ve bu yolla beden kaynaklı duygularımızı dönüşümden geçirmek. Yani dışarıdan pasif bir biçimde belirlenmemek, aksine kendi kendimizi kendi özümüz yoluyla belirlemek. İşte insan bunu başarabildiği oranda erdem ve güç sahibi olur. Ve ancak o zaman bir insana ‘özgürdür’ denebilir.

Spinoza için bizi gerçek mutluluğa ve gerçek özgürlüğe kavuşturan bu süreç, sadece bizim içsel ve ruhsal dönüşümümüzden ibaret değildir. Bunun ötesinde bu süreç yoluyla bizler doğayı ve dış dünyayı da yeni fikirler eşliğinde yeni bir biçimde kavramayı ve ele almayı öğreniriz.

Son bölüme, yani beşinci bölüme geldiğinde, Spinoza kendi mutluluk tasarısını açıklıyor. Ve bu mutluluk tasarısı onun metafiziğinden, bilgi kuramından ve duygu analizinden/psikolojisinden doğuyor. Spinoza’da bedenin bir bilgi organı olduğunu söylemiştim. Yani bedenimiz dış dünyayla temasa geçebildiği sürece zihnimiz de doğa hakkında bilgi sahibi olur ve doğa bilimi yapabilir. Aynı şey duygular için de geçerlidir. Ancak ve ancak bedenimizi dışarıdan sürekli etkilenimlere maruz bırakırsak duygularımızı geliştirebiliriz. Fakat dördüncü bölümde dediğimiz gibi bu henüz bilinç düzeyidir ve burada pasifizdir. İkinci aşamada bu duyguların özbilincini kazanmalıyız. Yani bu duygulara karşı bir fikir geliştirmeliyiz. Yani örneğin “bu elmadan hoşlandım.” dedikten sonra  “Bu elmadan hoşlandığımın farkındayım” demeliyiz. Ve daha sonrasında akıl aşamasına geçip “iyi de bu elmadan niye hoşlandım?” sorusunu sormalı, bu soruya gerek kendi doğamızdan gerekse de elmanın doğasından kaynaklanan cevaplar aramalı ve aklımızı duygularımız konusunda etkin hale getirip bedenimizin pasif etkilenimlerine karşı aklımızdan doğan etkin duygular geçirmeliyiz. Spinoza’nın arzu/conatus meselesinin edilginlikten etkinliğe geçiş çabası olduğunu söylemiştim. Yani Spinoza’ya göre eğer güçlü olacaksak/erdem sahibi olacaksak/kendi özümüzü özgür bir biçimde gerçekleştireceksek, içimizdeki tüm pasif ve edilgin duyguları, yani keder ve nefretten doğan duyguları aklımız yoluyla sevinç ve sevgi duygusuna dönüştürmek zorundayızdır. Ancak bu yolla kalıcı mutluluğa erişebiliriz. Spinoza bu süreci akılda duygular uyandırmak ve aklın duyguları yoluyla bedenin pasif duygularını etkin hale geçirmek olarak tefsir ediyor.

Spinoza için bizi gerçek mutluluğa ve gerçek özgürlüğe kavuşturan bu süreç, sadece bizim içsel ve ruhsal dönüşümümüzden ibaret değildir. Bunun ötesinde bu süreç yoluyla bizler doğayı ve dış dünyayı da yeni fikirler eşliğinde yeni bir biçimde kavramayı ve ele almayı öğreniriz. Yani bu süreçte gerek ruh halimiz gerek dış dünyayı kavrayışımız radikal bir biçimde dönüşür. Dünyanın çirkinliklerinin arkaplanında yatan güzellikleri temaşa etmeyi öğrenir ve içinde yaşadığımız dünyayı etkin bir biçimde sevebilmeyi öğreniriz. Bu süreci anlamak için ise üçüncü tür bilginin Spinoza’nın mutluluk tartışmasında nereye oturduğuna bakmak gerekir.

Spinoza’da bedensel duyguların pasifliğinden akli duyguların etkinliğine yükseliş, onun bilgi kuramında bilincin edilgin olduğu ve duyuya ve hayal gücüne dayanan birinci tür bilgiden, aklın etkin olduğu ve bize tüm doğa bilimlerinin nedensellik prensibini öğreten ikinci tür bilgiye yükselişle aynı mantığa dayanır. Spinoza bilgi kuramından sonra ahlak ve mutluluk tartışmasında da üçüncü tür bilgiye değinir. Yani Tanrısal sıfatları keşfetme, deneyimleme ve bu sıfatlar yoluyla gerek kendi ruhumuzu gerek dış dünyayı müşahede etme yeteneğine. Bu geçiş şöyledir: bedenimizin pasif etkilenimleri yoluyla Tanrı’nın sıfatlarını kavrayamayız. Çünkü Tanrı’da hiçbir pasiflik yoktur. Bu yüzden, mesela, Tanrı keder duyamaz ya da kimseden nefret edemez. Çünkü bunlar pasif duygulardır. Fakat aklımızın etkin duygularını keşfetmek, bize Tanrı’nın sıfatlarını da keşfettirir. Çünkü aklımızdan doğan etkin duygular, Tanrı’nın sıfatlarının cüzi tecellilerinden ibarettir. Ve bu yüzden aklımızın duygularıyla kendimize biçim verdiğimiz zaman, Tanrısal doğaya da katılmış, yani Tanrı’nın sıfatlarıyla sıfatlanmış ve Tanrısallaşmış oluruz. Ve aklımızın duygularıyla keşfettiğimiz bu tanrısal sıfatlar yoluyla doğada işleyen Tanrısal sıfatları müşahede ettiğimizde kutluluğa ve kutsallığa erişir ve Tanrı’ya da bu yolla yoğun bir sevgi duyarız. Bizdeki bu Tanrı sevgisi artık karşılık bekleyen bir sevgi değildir. Zira bizim Tanrı’ya sevgimiz Tanrı’nın kendi kendine duyduğu sevginin bir tecellisinden ibarettir. Ve Tanrı da onun cilvesi olan bizleri kendi kendisine olan sevgisinin bir tecellisi olarak kendine şanına layık bir yolla sever. Bu bir insanın bir insana duyduğu sevgiye benzemez. Fakat Tanrı insanı kendi şanına layık bir yolla sever. Tanrı kendi kendini ve kendi kendisi yoluyla evrendeki tüm tecellilerini sever ve bu sevgiden dolayı bir kendinden memnuniyet ve haz duyar.

Spinoza için gerçek mutluluk aklın etkin duyguları yoluyla keşfettiğimiz Tanrısal sıfatları kendi hayatımızda ve evrende müşahede etmenin yarattığı kalıcı ruh huzurudur. Spinoza için insan aklının mükemmelliği ise ikinci tür bilgi yoluyla, yani doğa bilimleri yoluyla keşfettiğimiz evren tasarımından sonra üçüncü tür bilgiye geçip evreni Tanrısal sıfatların tecellisi olarak müşahede edebilme yeteneği kazanmaktan ibarettir. Yani Spinoza için tüm mesele gerek doğayı müşahede ederken gerekse de yaşamlarımıza biçim verirken bedensel duyuların ve bedensel duyguların verdiği ve edilgin olduğumuz sanılar dünyasını aşıp ikinci tür bilginin ve üçüncü tür bilginin sentezini yapabilmekten ibarettir.

Spinoza’nın Ethika’sını özetlemek için bir sonsöz olarak söylemek gerekirse biz öldüğümüzde duyu algılarımız ve hayal gücümüzün ürettiği kanılar ve bedenimizin tüm pasif duyguları yok olacak olsa da, Tanrı’yı seven ve müşahede eden benliğimiz ve aklımızın ürettiği bilimleri bilen ve aklımızın ürettiği duyguları yaşayan benliğimiz ilelebet hayatta olacaktır. Yani bizi, bedenlerimiz yok olacak olsa da, ruhsal açıdan sonsuz bir mutluluk beklemektedir.

Ethica’nın özeti budur.

(Devam edecek.)

 


Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement