Danışıklı Dövüş, Molla Rejimi ve Demokrat İsrail Kavşağında Yusuf Kaplan, Altay Cem Meriç ve Fatih Altaylı Örneklemi
![]() |
Gürgün karaman |
İnsanlık tarihinin bu büyük dönüş kavşağında asgari ahlak ve vicdana sahip olmak bile bir nebze de olsa yeterli kabul edilebilir. Fakat kavşağın tam girişinde aşırı hız sevgisinden dolayı savrulup arabayı devirenlere de bu arabayı neden devirdiklerinin, kurallara neden uymadıklarının hesabı sorulmalıdır. Rahmetli Cemil Meriç'in "zavallı Türk aydını" "deli gömleği" metaforları normal zamanlarda mütedeyyin, muhafazakâr, islamcı kesimlerin muhaliflerini bastırmak için kullandıkları vurucu ifadelerdi. Ne yazık ki muhalifine/rakip takımına gol atmak için libero oynayan bu metaforlar aktüel durumda kendi kalesine gol atmaya başlamıştır. Ne uğruna? Mezhepçilik uğruna... Burada seçtiğim üç isim bir örneklemdir ve bu örneklemin temsil düzeyi hayli yüksektir. Fatih Altaylı cihetinden İran yobaz doğulu ve despot bir teokratik devlettir. Yusuf Kaplan ve Altay Cem Meriç için de -Altaylı'nın birebir ifadelerini kullanmasalar da- durum aynıdır. İran Şii'dir ve kelimenin en sert anlamıyla "nefret" edilmesi gereken bir mollavari nesnedir. Bu nesnenin tasfiye edilmesi gerekir.
Fatih Altaylı açıkça İsrail'in safında. Çünkü İran teokratik yobaz ve despot bir devlettir ve dolayısıyla İran rejimi yıkılmalıdır. İsrail ise insan haklarına saygılı ve demokratik bir devlettir. Burada katil İran'dır. A. Cem Meriç ve Y. Kaplan açısından ise İsrail katil bir devlettir, İran ise Şii bir devlet olup İslam dışı bir inanca sahip ve "Ehl-i Sünnet Omurga" icin tehlike arz etmektedir ve Şii İran rejimi yıkılmalıdır. Nihai olarak, Fatih Altaylı, A. Cem Meriç ve Y. Kaplan aynı kavşakta buluşmaktadırlar: Demokrat İsrail kavşağında Molla Rejimi yıkılmalıdır.
Mevzubahis İran ve Şia olunca Altay Cem Meriç, Yusuf Kaplan, Fatih Altaylı örneklemleri aynı kavşakta buluşurlar. Tek farkla, sadece farklı yollardan yürürler. Söylemleri ve durdukları pozisyonlar farklı olsa da molla rejiminin yıkılmasında ittifak halindedirler ve bu durum onları aynı kavşakta buluşturup müttefik yapmaktadır.
Fatih Altaylı, Celal Şengör vb. isimlerden oluşan örneklemi konuşmaya gerek yok. Bizi burada asıl ilgilendiren Müslüman örneklem.
Y. Kaplan ve A. Cem Meriç örneklemi bunu neden yapmaktadırlar? Temel soru budur. Bu sorunun birçok bağlamı olsa da burada birkaç tanesini vurgulamakta fayda vardır. Her şeyden önce bu örneklem ağır düzeyde epsitemik/mezhebi zebirlenmeyle maluldur. Kendi mezhebi bagajını sütten çıkmış ak kaşık olarak tasavvur ve tasdik etmektedir. Bu da ağır düzeyde hakikat tekelciliğine neden olup Ehl-i Sünnet parantezine indirgenemeyen her şeyi bir tehdit nesnesine ve dahi neşesine dönüştürmektedir. Bu örneklem kendi mezhebinin arızalarının farkında olsa da bunu konuşmaz. Çünkü parantez kapatılmış, kapatılan bu parantez nefsin gıdası haline gelmiştir. Örneğin Gazali'nin El Munkız Mined Dalal adlı eserinin patronajlıkla yazıldığı (bkz. Eserinde girişine), İmam Maturidi'nin Te’vilatü’l Kur’an adlı tefsirindeki Bakara Suresi'nin 30. ayetinde meleklerin de günah işleyebilen varlıklar oldukları, yine Gazali'nin Yezid'e rahmet okuduğu (Bk. İbnü'l Esir cilt 12) vb. daha nice arızalar asla gündeme gelmez, gelmesi dahi düşünülemez, getirilmesi teklif dahi edilemez.
Tarihi bağlamda ise bagaj bir hayli yüklüdür. Bu bagajın kapağı açılırken aşağıdaki ilkeler devre dışı kaldığı için din ve dini birikim bagajin içini dolduran ve hipermarkette satılmak üzere yola çıkan malzemeden başka bir şey değildir. İlkeler:
1. Tarih inkâr ve iman alanı değildir.
2. Tarih ibret alanıdır.
3. Tarih tahrif edildiğinde intikam alır.
4. Tarihi olay ve olgular herhangi bir paranteze indirgendiğinde epistemik bir zehirlenmenin meydana gelmesi kaçınılmazdır.
5. Beşeri bir eylem alanı olan tarihte "Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler. Onların yaptıkları onlara, sizin yaptıklarınız sitedir."
...
Tarihi bagajin bağlamı başka bir yazının konusu olmakla birlikte bu bagajın kilitlerini açan birkaç anahtar şunlardır: "Ali haklıydı ama Muaviye de haksız değildi." Hüseyin, Kerbela'ya gitmemeliydi ama gidişi de kaderiydi. "Allah isteseydi Hüseyin'in başı kesilmezdi." Yani "Hayrihi ve şerrihi minellahi teâla."
Bu örneklemin en vahim tarafı ise herkesi aynılaştırmanın despotizmidir. Dört Hak Mezhep vurgusu ile kapatılan parantezin dışında kalan her şey gayr-i haktır ve gayr-i hak olan da İslam dışı ve bâtıldır. Peki Farklılıklara neden tahammül edilmez? Çünkü sahip oldukları bilginin birikimi olan malumattır, ilm değil. İlim Hakk’a göndermede bulunur ve Hak Teala "alim"dir. Aklın epistemik birikimi ilme taaluk ettiği oranda makbuldür. Değilse akıl epsitemik zehirlenmeye uğramış ve nefsin egemenliğine girmiştir.
Tüm bu yazılanların hasılı, bir vicdan davetidir. O vicdan da asgari bir ahlaki duruş açısından kapı komşusu dövülürken ona itibar suikasti yapmak, döveni alkışlamak ahlaki değildir. Hele hele İslami hiç değildir.
Bu coğrafyada "günahsız" hiçbir devlet ve düşünce yoktur. Siz bana "günahsız bir devlet ve düşünce gösterin ben de size Şia'nın günahkâr ve İran İslam Cumhuriyeti'nin despot olduğunu ispatlayayım.
Kur'an'ın temel ilkesi zalime karşı mazlumun safında yer almaktır. Burada belirleyici olan ilke inanç-inançsızlık değil, zalim-mazlum ayrımıdır. Bir taraftan hem mazlumun safındaymış gibi görünmek veya doğrudan onun safında olmak hem de aynı zamanda onun günah defterini ortalığa saçmak ahlaki değildir. Bu ikircikli tutumun motivasyon kaynaklarından birkaçı yazı boyunca dile getirildi. Nihai olarak "Zalimden başkasına düşmanlık yoktur." ve "... tilke eyyamu nudaviluha beyne'n nas..." "el insaf!"
İslam kültür medeniyetinin en kadim şehirleri olan Hemedan, Tebriz, Tus, Meşhed, İsfahan vb. bombalanırken kapı komşusunun "günahlarını" ortalığa saçmak asgari vicdanın neresinde yer alır? Bu topraklar ki Gazali, İbn-i Sina, Nasireddin Tusi, Hafız-ı Şirazi, Sâdi, Abdulkadir Geylani, Molla Cami, Molla Sadra, Celaleddin Devvani, Abdurezak Kaşani vb. binlerce dehanın çiçek açtığı topraklardır. Bugün için Ehl-i Sünnet'in Hüccetü'l İslam diye taltif ettiği İmam Gazali'nin kabri İran'ın Tus şehrinde yer almaktadır. İmam Rıza'nın kabri Meşhed'de yer almaktadır. Eğer "Molla Rejimi'nin" "Günahkâr Şia'nın" yıkılmasını istiyorsanız -ki istiyorsunuz- bu aziz insanların manevi şahsiyetlerinin sembolü kabirlerin ve en kadim şehirlerimizin de emperyalistler tarafından yıkılacağını bilmeniz gerekir. Şia'ya hürmetinizin olmadığı aşikâr, bari bu aziz topraklara ve şahsiyetlere vefa ve sadakatiniz olsun.
Bugün İran yüzölçümü 1 milyon 600 bin kilometrekare ve 100 milyona yaklaşan bir nüfusa sahip... İktidar mekaznizmasını ve mezhebi anlayışını eleştirebilirsiniz. 100 milyon insanın batı emperyal makinesi tarafından katledilerek Gazze gibi olmasını mı istiyorsunuz? Aynı tavır ve söylemlere devam edecek olursanız Hz. Ali'nin şu hikmetli sözü sizi de muhatap alacaktır:
Ahlakınız düşük, ahdiniz ihtilaf, dininiz nifak, suyunuz tuzludur. Sizin aranızda ikamet eden, günahına karşılık rehindir. (Nehcu'l Belağa).
Toplam okunma Sayısı:
0 Yorumlar