![]() |
Gürgün Karaman |
Siyonist çetenin büyük bir soykırım yapmak üzere Gazze'ye başlattığı saldırıların hemen akabinde sayın Kantoğlu yukarıdaki hakikati o naif, akıcı ve irfan dolu sözleriyle özelde Bu Ülke'de yaşayan bizlerin ve genelde İslam Coğrafyası, Müslüman Coğrafyası veya Ortadoğu denilen bu coğrafyada yaşayan herkesin yüzüne bir kavl-ı leyyin sadedinde haykırmıştı. Bu hakikatin farkında olan ve bunun nasıl bir insani ve imani imtihan olduğunun derin idrakine sahip nice isimsiz kahramana, ehl-i vicdana tercüman olmuştu Kantoğlu. Çünkü Anadolu'nun vicdanı öyle bir vicdandır ki bu vicdan, herkesi aşan bir hakikati bağrında taşır. Bu vicdan ve iman, yeri geldiğinde sadece kendi hakikatinin hakkını verecek bir elçiyi ve tercümanı seçer (1).
Kantoğlu'nun dile getirdiği hakikat, büyük bir uyarıydı ve hala taptaze bir şekilde semâda yankılanmaktadır. Diğer taraftan bu hakikat, o kadar hüzün verici ve yaralayıcı ki, bu hüznü telafi edebilecek hiçbir şey ufukta görünmediği halde bu sözlerin yankılandığı ufuk daha da kesif bir karanlığa gömülmektedir. Bu vaķıayı ancak Sühreverdi'nin Aşkın Hakikati ve Aşıkların Halleri adlı öyküsündeki edebi, felsefi ve irfani metaforuyla dile getirebilirim. Sühreverdi'ye göre hüzün Yakub'ta, güzellik Yusuf'ta, aşk ise Züleyha'da tecelli eder. Hüzün de güzelliğin peşindedir aşk da. Hüzün, güzelliğin ardından giderken takatsiz kalarak yere düşer ve aşk, tekrar hüznün elinden tutup onu ayağa kaldırarak birlikte güzelliğin ardına düşerler. "Ve aşk, hüznün elinden tutup güzelliğin ardından gitti." der Sühreverdi. Şimdi, Kantoğlu'nun dile getirdiği hakikatin göç etme hüznü o kadar ağır ki onu tekrar ayağa kaldırıp güzelliğin peşine düşürecek bir aşk da yok. Yakub, Ken'an diyarında yapayalnız ve ağlamaktan göz pınarları kurumuş. Onun göz pınarlarına yeniden bir nur bahşedecek Yusuf'un (güzelliğin) kokusu da çok uzağa düşmüş durumda. Bizler özelde Bu Ülke'nin evlatları, genelde adı İslam Coğrafyası denilen bu coğrafyanın insanları olarak çok büyük cinayetlere teşebbüs ettik. Yusuf'u bir daha kuyuya attık, hem de dipsiz bir kuyuya... Bu kuyunun yanından geçerken kuyudaki sesi işitip Yusuf'un, en azından şimdilik sadece ama sadece canını kurtaracak birileri var mı? Bunu bilmiyorum ama kesin bir şey biliyorum ki o da kervanın içinde Yusuf'u Mısır pazarında satmak üzere çıkar uğruna dahi olsa kurtaracak bir güç ve insani bir birikim yok bu coğrafyada. Yusuf'u kurtaracak başka bir kervanın da yavaş yavaş uzaktan geldiğinin ayak seslerini işitiyoruz. Ama emin olunuz ki, bu kervandakiler Yusuf'u bu defa Mısır pazarında satmak için değil, Mısır'a doğrudan sultan yapmak için geliyorlar. O kervan küresel vicdandır. Yusuf Gazze'dir ve o güzel de aziz İslam’ın aziz mesajıdır.
İslam’ın mesajı ilk olarak Mekke topraklarına teveccüh etti. Eğer Mekke (Kâbe) İslam’ın kalbi ise -ki bunda hiçbir şüphe yok- bin yıllık tarihte Anadolu da İslam’ın kalesi oldu. En kötü durumlarda dahi Anadolu coğrafyası, Müslümanlara ve mazlumlara isminin hakkını vererek analık yaptı ve onları korudu. Sadece yakın tarihten bazı örnekler şunlardır: Halepçe'de katliam mı oldu, mazlum Müslüman Kürtler koşup Anadolu'ya sığındı. Körfez Savaşı’nda Amerikan emperyalizmi katliamlar mı yaptı, hemen koştular Anadolu'ya... Medeni, insan haklarına saygılı demokratik (!) Avrupa'nın ortasında Bosnalı Müslümanlar soykırıma mı uğradı, hemen koştular Anadolu'ya. Suriye işgal mi edildi, milyonlarca insan hemen koştu Anadolu'ya...
![]() |
Mekke'nin 100 yıl önceki görüntüsü... |
Ülkemizde bu hakikatin üzerinde de yeterince durulmadı. Sayın Kantoğlu bu uğurda adeta Kurtuluş Savaşı’ndaki pirimiz Mehmet Akif gibi feryad ederek şehirden şehire koştu, birçok programa, toplantıya, tv programlarına katılarak vaziyet almamız için "vaazlar" verdi. Bu mücadeleyi nebevi bir usulle o kadar güzel bir anlatımla aktardı -ve hala da aktarmakta- ki onun vicdanından dile gelen hakikate rağmen toplumsal ve yönetimsel idrak hala bunun gereğini yerine getiremedi ve getiremediği gibi tam aksine, boykot eylemlerinde facia düzeyinde bu hakikat incitildi kimi çevrelerce ve uygulamalarla... Burada somut olayları örnek vermeye gerek yok, çünkü bu makalenin derdi malumun ilamı değil...
Bugün için adı Müslüman coğrafaya olan dünya (Filistin ve birkaç istisna hariç) İslam’ın mesajının küreselleşmesi önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Allame Muhammed İkbal aslında bu hakikati yüz yıl önce haykırmıştı "Bugün Müslümanların yapması gereken şey, Müslüman olmayanlara İslam’ı temsil etmediklerini söylemeleridir." Ne kadar acı... Hem Müslüman olup hem de İslam’ı temsil edememek... Çözümü mümkün olmayan bir çelişki...
Mısır'dan tutun SuudiAmerika, BAE, Katar ve Kuveyt'e varıncaya kadar durum bundan ibarettir. Küresel insanlık vicdanı Gazze soykırımı karşısında ayağa kalkmışken adı Müslüman dünya olan bu dünyanın, soykırımcılar karşısındaki acziyeti tarihe büyük bir zillet olarak geçmektedir. Batılı efendilerinin sayesinde iktidar koltuklarını kaybetme korkusuyla tir tir titreyen bu despot, onursuz yapılar ve bu yapıların egemenliği altında yaşamaya rıza gösterenler de bu zillete ortak olmuş durumdadırlar. "Size ne oluyor da masumlar/mazlumlar için mücadele etmiyorsunuz?" hitabıyla "feryad" eden Kur'an'ın çağrısına, davetine ve tehdidine kulak tıkamış durumdalar. "...Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler..." (2).
Bunca soykırımdan sonra İslam’ın küreselleşmesinin Allah'ın bir planı olduğundan zerre kadar şüphe etmemek gerekir. İslam’ın mesajının küreselleşmesinin hikmeti, bu onursuz egemenliklerin ve bu egemenlerin yönetimine rıza gösterip sessiz kalanların -velevki adları Müslüman dahi olsa- bunlara rağmen gerçekleşmektedir. Bu egemenler ve bu egemenlerin egemenliği altında yaşamaya rıza gösteren toplumlar, artık İslam’ın mesajının küreselleşmesini hal ve hareketleriyle, söylemleriyle, pratikleriyle "İslam’a rağmen İslam adına" manipüle edemeyecekler. İslam’ı kendi etnik, mezhebi, ideojik, ekonomik, medyatik, bürokratik vs. rantlarının yakıtı, motor gücü olarak kullanamayacaklar. Allah, artık bu coğrafyada İslam’ın sırtında büyük bir kambur haline gelmiş bu egemenleri ve bu egemenlerin yönetimi altında bu şekildeki sözde bir İslami dünya vurgularına dair indirgemelerinin tasfiye edilmesi gerektiği kararını vermiştir. Bu tasfiye, bedeli ağır olsa da durum vakıada bir hakikat olarak cereyan etmektedir. İslam’ın evrensel mesajını bulanıklaştıran bu saltanatçı, despot yönetimler ve bu yönetimlerin egemenliğindeki bir yaşama rıza gösteren toplumlar zilletle tasfiye edilirken, mesajın küreselleşmesi uğruna bedel ödeyenler de izzetle tarihe geçmektedir. Vurguladığımız gibi bedeli Gazze özelinde çok ağır olsa da Gazze'nin aziz evlatları Almanya, İngiltere, Fransa, Amerika ve onların sahibi küresel siyonist sermaye ve savaş makinesinin maskesini düşürerek İslam’ın asil ve asıl mesajının üzerindeki işbirlikçi, etnik, ekonomik ve mezhebi tüm endoktrinasyonları, manipülasyonları bertaraf etmektedir. Gazze'nin bu safi, vicdani, ahlaki ve imani direnişi, asil insanlık onurunun nasıl bir direnişle ve nasıl bir dinamikle ortaya konulacağının yolunu göstermektetir. Bugün için Gazze, İslam’ın evrensel mesajının küresel davetidir. Amerikalı en radikal felsefi ateistlerden tutun Avrupa'ya, Güney Amerika'ya ve Japonya, Kore ve Çin'in ateist toplumlarına varıncaya kadar herkes bu direnişin dinamiğini merak ederek İslam’ı anlamaya ve Kur'an okumaya koşmaktadır.
İslam gelenek, etnik, mezhebi ve ideolojik indirgemelere tabi tutularak "İslam coğrafyası" terkibiyle sanki İslam Allah'ın dini değil de bu coğrafyanın tapulu malı haline getirildi uzun zamanlar boyunca. Ama Gazze, nasıl ki Batı'nın savaş makinesinin ve refah mitolojisinin manipüle ettiği Batılı vicdanı berraklaştırdıysa, adı Müslüman coğrafya olan bu coğrafyanın İslam’ın mesajı önündeki etnik, mezhebi, ideolojik vb. tüm sis perdelerini aralayarak bu coğrafyanın maskesini de düşürdü. Maske o kadar kalındı ki, alttan alta çürümüş ve sadece dış bir zarı kalmış... Maskenin maskelediği yüzler de kendisinden daha derinden sahteleşmiş ve çürümüş... Bu sahtelik ve çürümüşlük, artık ortalığa dökülmüştür.
Adı Müslüman coğrafya olan bu coğrafyanın "adının batması", Kantoğlu'nun dile getirdiği bir hakkın vaki olmasıdır. Aslında Kantoğlu, "emr-i hak vaki oldu" hakikatini derin bir idrak ve irfanla ifade etmektedir. Kantoğlu, Kur'an'ın "kavl-i leyyin" ilkesiyle bunu ifade ederken bizim de bu hakikati yine Kur'an'ın müsaadesi ve tabiriyle bir "kavl-ı sedid" ile ifade etmemiz hakkımızdır. Kantoğlu, aslında "Bu coğrafyanın ruhuna fatiha okumanın zamanı geldi, buyrun cenaze namazına!" demektedir. Bu açıdan onun irfanının bir diğer ifadesi olan bu hakikat eleştirimiz sert gibi görünebilir lakin bu, Anadolu'nun yiğitliğinin tercümanlığı noktasında yine Anadolu'nun yiğitliğinin hakkı olsa gerektir. Kendisinin de yüce gönlüne sığınarak, bunu anlayışla karşılayacağını umud ediyorum. Bu bağlama devam ederek, Anadolu'daki cenaze namazlarında vefat eden kişi erkek ise cenaze namazına "Er kişi niyetine!" denir. Eğer bayan ise "Hatun kişi niyetine!" denir. Görünen o ki bu cenaze namazını kaldıracak ne erliğimiz ne hatunluğumuz var. Burada vurguladığımız şey bu coğrafyanın tek tek insanları veya küme küme insan toplulukları değildir. Burada bir yapıdan, bir modelden, topyekün bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu eleştiride tersine bir anlamaya vermiş olsak dahi, bunu öncelikle kendi nefsimi kınayarak kendi üzerime alınarak bu eleştiriyi yapıyorum. Üzerimize alınmamız gerekiyorsa da üzerimize alınmaktan imtina etmemeli, hiçbir komplekse girmemeliyiz. Çünkü mevzubahis olan şey topyekün bir akide ve akıbet, onur ve izzet meselesidir.
Gazze soykırımının açıkça finansörlüğünü yapan Körfez ülkeleri ve buna en başta Mısır da dahil olmak üzere başka ülkeler de eklendiğinde İslam’ın Göç Zamanı gittikçe hızlanmaktadır. Allahû â'lem -haşa- sanki Allah'ın acelesi var... Sanki kıyametin ayak sesleri yaklaşıyor... Çünkü Hak Teâlâ tüm engellemelere, manipülasyonlara, indirgemelere vs. rağmen nurunun tamamlanacağını vadediyor. Bu açıdan bakıldığında bu dünya örtük ve açık bir şekilde soykırımı finanse etmekle kalmıyor, failden adalet talep etme cesaret erdeminden dahi yoksun ve büyük bir ikiyüzlülükle hiçbir şey olmamış gibi kılını dahi kıpırdatmadan yaşamakta ve saltanatlarını devam ettirmektedirler. Asgari insani vicdan ve cesaret erdemine dahi sahip olunsa en azından "Sana gücüm yetmiyor, ey efendim! Ne olursun biraz adil ol!" der ve failden adalet talep edilir! Ama bu bile yok!
Küresel insanlık vicdanı, ilahi bir mesaja muhatap olmuş ve Nebevi bir dili, söylemi ve eylemi kuşanarak failin maskelerini bir bir düşürürken, failden adalet de talep etmeden işlediği soykırımı, bu soykırımın tüm suçlularını, bu suçlara ortak olanları deşifre edip küresel ölçekte yüzlerine haykırmaktadır. Bunun ölçütü, Batı ülkelerinin özellikle başkentlerindeki devasa kitlesel eylemler, diğer şehirlerindeki usanmak/bıkmak nedir bilmeyen protestolar, sergiler, konserler, paneller, sempozyumlardır. Ama "adı batasıca" adı Müslüman coğrafya olan bu coğrafyanın-istisnalar hariç özellikle Yemen ve İran- kıyıda köşede gerçekleştirilen gösterileri var. Bunların çoğu da toplumsal vicdanı absorbe etmek, toplumsal tepkilere müsaade ederek tepki birikimini olabildiğince minimize etmeye matuftur.
Bu coğrafyanın egemen despotları, mankurtları, işbirlikçileri; Yahudi kolonizatör çetenin bu coğrafaya yerleşmesine müsaade ederek ve resmi düzeyde de meşruiyetini kabul ederek tarihe büyük bir kara leke çalıp insanlık vicdanını kanattılar. Bugün için Gazze, bu ihanetin de bedelini ödemektedir. Bu despot egemenler, ve egemenlerin yönetimi altında yaşamaya rıza gösteren toplumlar Yahudi zihniyetini bilmiyor muydu? Bu faşist, etnik üstünlükçü, Tanrısının dahi Arz-ı Mev'ud denilen bir toprak mitolojisinin tapu sicil müdürü olduğunu bilmiyor muydu? Bu kavmin, tarihi boyunca neden üç büyük sürgün yaşadığını bilmiyor muydu? Yine bu kavmin tefeci-bezirgân, fitneci, sermayeci vb. olduğunu bilmiyor muydu?
Medine Müdafii/Çöl Kaplanı fahreddin Paşa |
Osmanlı'nın çöküş döneminde dahi Yahudiler'in Filistin topraklarına çökmek için yaptıkları bütün teklifleri Sultan Abdülhamid reddetmişti. Ama Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle yukarıdaki durum, bu coğrafyanın işlediği en büyük insani ve İslami günah oldu. Çünkü bu soykırım HD kalitesinde tüm insanlığın şahitlik ettiği bir soykırımdır. Filistin coğrafyasının içinde bulunan Gazze'de, meğer insanlık ve Müslümanlık onurunun en nadide bekçileri ve mücahitleri varmış! Özelde Müslümanların, genelde insanlığın bu nadide topluluğu görmemesi ve örnek almaması için de Gazze, on yıllarca yine bu coğrafyanın egemenleri tarafından her zaman için gözden kaçırıldı. Bu gözden kaçırma, manipüle etme stratejilerinden dolayı ikinci büyük günahı işlediler. İslam’a ve insanlığa karşı işledikleri bu iki büyük günah ve cinayetlerine, vakıada cereyan eden soykırım karşısında bırakın sessiz kalmayı, bu soykırımı finanse ederek üçüncü büyük bir günah işleyerek bu soykırıma ortak oldular. Özellikle Gazze ablukası sürecinde bu ablukayı manipüle etmek için her seferinde uluslararası ilişkilerin, reel politiğin, ekonomik çıkarların, konjonktürel ortamın arkasına sığınıp mazaretler ileri sürerek gelmekte olan bu soykırıma yardım ve yataklık yaparak lojistik destek sağladılar. Peki neden bunu yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar? Cevap gayet basit... Çünkü Gazze, her şeyden önce vahyin ayetlerinin üzerlerinde çiçeklerin açtığı insanlığın beldesiydi. Çünkü Gazze, İslam’ın berrak mesajının çiçeğe durduğu insanların bulunduğu bir beldeydi. Çünkü Gazze, bu coğrafyanın egemenlerinin esir aldığı halkların umut kaynağıydı. Çünkü Gazze, Allah'ın insanlık için ortaya çıkardığı hayırlı/erdemli bir topluluktu...
İslam’ın da insanlığın da özgürleşmesi yine İslam’ın rabbi olan Allah'ın vaadidir ve insanlığın bu özgürleşme tutkusu, İslam’ın ancak safi, berrak mesajı ile mümkündür. Çünkü İslam’ın mesajı, Allah’a kulluktan önce bir özgürleşme çağrısıdır. Çünkü özgür olmayanların ve olamayanların Allah'a olan kullukları eksik kalacaktır. Safi bir kulluk, ancak safi bir özgürlükle mümkündür. Küresel neo liberal kapitalizim, Holokost edebiyatı ve siyonist sermaye tarafından hem insanlığın özgürlük tutkusu manipüle edilmiş hem de İslam’ın saf/berrak mesajı manipüle edilmiştir. Doğu despotizmi tarafından manipüle edilen adı Müslüman coğrafya olan bu coğrafyada da İslam ve İslam kültür ve medeniyetinin birikimi pazara sürülerek etnik, mezhebi ve ideolojik indirgemelere tabi tutularak, manipüle edilerek işgal edilmiştir. İşte Gazze tüm bu manipülasyonlara karşı ağır bir bedel ödeyerek tüm bu şeytani kuşatmaları bertaraf etmektedir. Tarihin bu döngüsünde İslam’ın doğu despotizmi tarafından esir alınan hakikati ile kapitalist ve siyonist sermaye tarafından esir alınanan küresel vicdan hakikati, Gazze kavşağında buluşup hakikate şahitlik yapmak için ayağa kalkmıştır. Şimdi bu ayakların revan olduğu yolun hakikatine olan vefa ve sadakatimizi yeniden inşa etmenin kavgasının zamanıdır. Bugün veremeyeceğimiz bir kavganın meydanında yarın evlatlarımızın bir daha dövülmemesi aşkına... Aşk ile ayağa kalkmak için ortak ve evrensel insanlık aklına, vicdanına, merhametine, mücadelesine, sevgisine hizmetkâr olmanın vaktidir. Küresel vicdan aşkına... Gazze aşkına...Çünkü İslam’ın mesajı evrenseldir, çünkü akıl, vicdan, merhamet, mücadele, sevgi ve insanlık evrenseldir.
Ey nefsim! Ey Müslümanlar! Ya uyanın ya da "Uykuya Giden Yol"dan çekilin! Çünkü hali pür melalimiz;
"Her şey hazır aslında. Pankartlar, sloganlar, kameralar, çekim açıları, selfie çubukları, her boy ve her renk keffiyeler ve telefonlar elbette...
Kimin nerede, nasıl, hangi oranda boy göstereceği... Marşlar sonra. Konuşma sıraları... Ardından yanıp sönmeli, kornalı cihat konvoyları...
Haydi başlayalım:
"Mehmetçik Gazze'ye!"
"Bozkurtlar Türkistan'a!"
Filistinliler mezara, bizler sıcak döşeklerimize..."
Üstad Ömer İdris Akdin'in bu yazıdaki başlığı olan "Uykuya Giden Yol"un hal-i pür melalimizin estetik betimlemesinin ironi olması hakikatinden hareketle, bu zilletten bir an için dahi olsa kurtulmak için en azından uykuda belki güzel rüyalar görürdük. Ama bu coğrafyanın çürümüş dini yorumları, mezhebi ve etnik bağnazlıkları, egemenlerin despot uygulamaları önce uykularımızı kaçırdıkları için görecek bir rüyamız da kalmadı! Sonra da geçmişimize dair gördüğümüz ve bizim için umut kaynağı olacak olan rüyalarımızın yalan ve yanlış olduğunu bizlere fısıldadılar. Oysa bizim Selahaddinlerimiz, Tuğrul Beylerimiz, Sultan Alparslanlarımız ve Osman Gazilerimiz vardı. Oysa bizim İbn-i Sinalarımız, Razilerimiz, Sühreverdilerimiz, Mehmet Akiflerimiz, Said Nursilerimiz vardı. Oysa... Oysa...
Ama Gazze gerçek ve ilahi bir rüyada! Çünkü Gazze'nin izzetli insanları şu hakikati iliklerine kadar işlemişler "Bu âlem rüya bile değil, rüya içinde rüyadır." Hakikatin huzurunda geçek rüya da Gazze'nin gördüğü rüyadır.
Sayın Akdin'in yazısındaki o vicdan titremesinden taşıp gelen ironik feryadına biz de şu eklemeyi yaparak bu makaleyi hitama erdirelim:
"Kürtler, bir Kürdistan için Siyonizme!"
"Araplar, daha çok refah için Amerika'ya haraç vermeye!"
Ey alimler, şeyhler, mollalar... Hey! Sizler medreseye, dergâh ve tekkelere!
Ey yazar, çizer, aydın, entelektüeller! Hey! Sizler televizyon ekranlarına, panellere, dergi ve gazete köşelerine!
Ey felsefeciler! Hey! Sizler Platon’un mağarasına!
Ey akademisyenler! Sizler de üniversite kürsülerine!
...
Artık İslam’ın Göç zamanıdır ve altımız kuru, keyfimiz yerinde!
Şimdi daha iyiyiz!..
Notlar
1. Ayçin Kantoğlu aynı zamanda İtalyan dili tercümanıdır. Dante'nin İlahi Komedya adlı eserinin çevirmenidir.
2. A'râf sûresi, 7/179
0 Yorumlar