Bu makale 157 kez okundu.
![]() |
Gürgün Karaman |
MODERN DÜNYADA İŞRÂKÎ FELSEFE’NİN İKİ İZ SÜRÜCÜSÜ
ÜSTAD
HENRY CORBİN (FRANSIZ) VE GULAM HÜSEYİN İBRAHİM DİNANİ (İRANLI): DOĞU VE BATIYI
BULUŞTURAN KAVŞAK OLARAK İŞRÂKÎLİK
İşrâkî
felsefenin kurucusu Şihâbüddîn Sühreverdî, XII. yüzyılda ortaya koyduğu Hikmetü’l-İşrâk
adlı eseriyle yalnızca kendi çağını değil, bütün bir felsefe tarihini etkileyen
bir ışık doğurmuştu. Ne var ki, onun bıraktığı miras, yüzyıllar boyunca doğuda
medrese koridorlarında kısmen muhafaza edilse de zamanla gölgelenmeye başladı.
Modern dünyanın karmaşası içinde, işrâkî düşünce yeniden gün yüzüne çıkmasaydı,
belki de bugün bu kadar güçlü bir şekilde gündemimizde olmayacaktı. İşte bu
noktada, iki büyük isim öne çıkıyor: Henry Corbin ve Gulam Hüseyin
İbrahim Dinani.
Biri
Batı’da, Paris’in entelektüel atmosferinde yetişmiş bir Fransız filozofu; öteki
Doğu’da, Tahran’ın ilim ve hikmet geleneği içinde yetişmiş bir İranlı
mütefekkir. İkisinin yolları, asırlardır nurların izini süren Sühreverdî’nin
ışığında kesişti. Bu iki isim, modern çağın puslu havasında İşrâkî felsefeyi
adeta iki kanat gibi taşıdılar: biri Batı’ya, diğeri Doğu’ya; biri akademik
felsefe dilinde, diğeri halkın kalbine ulaşan sohbetlerle…
![]() |
Henry Corbin |
Henry
Corbin: Batı’nın Doğu’ya Açılan Penceresi
Henry
Corbin (1903–1978), yalnızca bir filozof değil, aynı zamanda bir “hikmet
arkeoloğu”ydu. Onun en büyük hizmeti, Sühreverdî’nin eserlerini Fransızca’ya
kazandırarak ve şerh ederek Batı dünyasına tanıtmasıdır. Corbin olmasaydı,
bugün Avrupa felsefesi muhtemelen Sühreverdî’nin adını yalnızca dipnotlarda
görecek, onun felsefesini derinlemesine kavrayamayacaktı.
Corbin’in
yaptığı şey, aslında iki dünyanın arasında bir köprü kurmaktı. Heidegger’in
varlık sorgulamasıyla, Sühreverdî’nin nurlar metafiziği arasında kurduğu
benzerlikler; Batı’nın sekülerleşmiş dünyasına “mütekellim melekler”, “misâl
âlemi” ve “içsel tecrübe” gibi kavramları yeniden tanıtması, onun ne kadar
yaratıcı bir filozof olduğunu gösterir. Corbin, Batı düşüncesinin en çok muhtaç
olduğu şeyi, yani ruhun derinliğini ve imgesel (imaginal) hakikati
yeniden gündeme getirmiştir.
Onun
çalışmaları sayesinde, Paris’ten Tahran’a uzanan bir “tefekkür hattı”
oluştu. Batı’daki entelektüeller, mistisizmi yalnızca Ortaçağ Hristiyanlığının
bir parçası olarak değil, İslâm hikmetinin en parlak damarlarından biri olan
İşrâkîlik üzerinden yeniden keşfettiler.
![]() |
Ğulam Hüseyin İbrahimî Dinanî |
Gulam Hüseyin İbrahim Dinani: Doğu’nun Canlı Sesi
Corbin’in
vefatından sonra İşrâkîliğin meşalesini Doğu’da taşıyan isim ise hiç kuşkusuz Üstad
Gulam Hüseyin İbrahim Dinani’dir. Dinani, yalnızca akademik bir filozof
değil, aynı zamanda halkın kalbine dokunan bir hikmet öğreticisi oldu. İran
televizyonlarında yaptığı uzun sohbetler, gençlerle kurduğu samimi diyaloglar,
klasik metinleri modern bir dile tercüme edişi, onu yaşayan en önemli İşrâkî
filozof kıldı.
Dinani’nin
en büyük katkısı, İşrâkîliği modern felsefeyle konuşturmaktı. O, Sühreverdî’nin
düşüncelerini yalnızca tarihsel bir miras gibi ele almadı; onları bizzat bugün
yaşayan sorunlara cevap arayan canlı bir felsefe olarak yorumladı. Onun
derslerinde, Sühreverdî ile birlikte Mevlânâ, İbn Sînâ, Molla Sadrâ ve hatta
Kant ve Hegel aynı masaya oturur. İşrâkî felsefenin, modern dünyanın en temel
sorunlarına —varlık bunalımı, anlam kaybı, nihilizm— doğrudan dokunduğunu
gösterir.
Dinani’nin
üslubu, akademik açıklığın ötesinde, bir “hikmet sohbeti”dir. O, İşrâkîliği
yalnızca zihne değil, kalbe de indirir. Bu bakımdan onun yaptığı şey,
Sühreverdî’nin ruhunu kendi çağında yeniden diriltmekten başka bir şey
değildir.
Doğu
ve Batının Kavşağı: İşrâkîlik
Corbin
ve Dinani’nin ortak hizmeti, İşrâkî felsefeyi yalnızca bir geçmiş miras
değil, aynı zamanda bir gelecek imkânı olarak görmeleridir. Corbin,
Batı’da kaybolmuş olan “ruhun evi”ni Sühreverdî’nin misâl âlemiyle yeniden
hatırlatırken; Dinani, Doğu’da unutulmaya yüz tutmuş olan derin felsefi
geleneği genç kuşaklara tekrar sevdirdi.
Bugün
İşrâkîlik, bu iki iz sürücünün emeğiyle, Doğu ile Batıyı buluşturan nadir bir
kavşak noktası hâline gelmiştir. Çünkü bu felsefe, ne yalnızca doğunun mistik
sezgilerine, ne de yalnızca batının akılcı yöntemlerine sığar. O, ikisini
birleştiren “nurlu bir sentez”dir.
0 Yorumlar