Ticker

8/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

Borç ve Minnetin Lanetli Diyalektiği: Batı ve Siyonizim

 

Borç ve Minnetin Lanetli Diyalektiği: Batı ve  Siyonizim



1.

Büyük olaylar, tarihsel hafızadan ve bu hafızanın kendisini üzerine bina ettiği referanslardan bağımsız ortaya çıkmaz. Tarih boyunca bütün büyük savaşların dayandırılarak meşrulaştırıldıĝı dayanaklar çok güçlü iki temele referansa dayanır: Etnik ve dini referanslar. Aslında başkasının yokluğu üzerine kendi varlığını ortaya koyan bu lanetli diyalektiĝin başlangıcı Kabil'in, kardeşini öldürmesine kadar gider. Kabil burada ilkel/şeytani bilinci, Habil ise insani/ilahi bilinci temsil eder. İnsan -Allah'ın ona yüklediği halifelik görevini terk ederse- öldüren, öldürdüğünü ne yapacağını dahi bilemeyecek bir ilkelliğe sahiptir.

2.

Her metin bir tecrübenin ve bir bilincin bir dil formu içindeki akışıdır. Kur'an da ilahi bilincin bir akışıdır. Dil, bilincin/tecrübenin dilsel bir form içinde kayıt altına alınışıdır. Neden? Çünkü şu iki kadim ilke çerçevesinde "İnsan, nisyan ile maluldür." Tarihe şahitliğin yok olmaması için de "Söz uçar, yazı kalır." mucibince tecrübenin şahitliği, sonraki nesillere aktarımı ve buradan hareketle insanın olgunlaşması gerekir. Hakikat cihetinde ise "Manalar hasıl olduktan sonra kelimeler geçersiz olur." Burada aslolan anlamdır, niyettir, kemalattır. Yani dilsel formun arkasındaki niyet, eylem ve insani yetkinliği kazanmaktır. Salt epistemik olanın merkeze alınması,  epistemik olanın pozitivist literalizmle  ideolojik bir paranteze indirgenmesidir. Ve bu indirgeme, bilerek yapıldığında art niyet, bilmeyerek yapıldığında ise cehl-i mürekkebtir.

Salt rasyonel akletme biçimi, katı bir determinizmdir ve bu determinizm Aristoteles’in hareket merkezidir. Aristoteles’in salt rasyonel ilkesi "Bir şeyi bilmek, onun sebeplerini bilmektir." der fizik kitabında.  Bu katı deterministik yaklaşım her şeyi sadece "sebep-sonuç" ilişkisine indirger ve bu indirgeme en olmadık zulümleri dahi sadece "sebep-sonuç" olarak kodlar, bu kodlama insan fıtratına uymayan her şeyi gayet rasyonal/makul bir zemine çekerek meşrulaştırır. Öyle ya, eğer her şey salt "sebep-sonuç" ilişkiler ağına bağlıysa Tanrı sadece bir muharriki evveldir yani evrene kanunları yerleştirdikten sonra evreni/varlığı terk edip gidip keyfine bakan bir Tanrı'dır. Artık varlık alemi bu Tanrı'nın umrunda değildir. Tanrı da varlığın umrunda değildir. Bu felsefi anlayış kutsala dair ne varsa yeryüzünden sürgün edilmesidir. Peki Kutsal nedir? Kutsal varlıkla muhabbet ve mutabakat, bu muhabbet ve mutabakat sonucunda da varlığın ontolojik statüsüne hürmet göstererek ona değer vermektir. Bugünkü Batı felsefesinin temeli ee buraya dayanır. Batının düşünme biçiminde Antik Roma ve Antik Yunan vazgeçilmez iki referans merkezidir. Bu iki merkezde Olimpos Dağının Tanrı'ları ile Roma arenaları kan revan içindedir.  Üretilen felsefe/düşünme biçimleri ise bu korkunçluğu rasyonalize etmeden başka bir şey değildir.

3.

Semantik olanın, ilkelerin, değerlerin epistemik merkezli ideolojik olanı bastırması gerekir. Sağlıklı bir dünya görüşüne, bir varlık kavrayışına sahip olmanın gereği budur. Aksi durumda her iddia aslında dogmatik aidiyetlere indirgenmiş bir tür epistemik zehirlenmedir. Her epistemik zehirlenme, zehirli bir aidiyet doğurur.  Her epistemik zehirlenmenin zehirli aidiyeti, varlığını başkasının yokluğu üzerine bina eder ve Kabil'in Habil'i öldürmesi kaçınılmaz bir hal alır. Bu açıdan Kur'an'ın Yahudi kimliğine dair hafızası epistemik değil, anlamsal ve ilkeseldir. Aslında Kur'an'ın tüm anlatımı bu ufuktan hareket eder. Bundan dolayıdır ki Kur'an, Allah’ın kelimeleri tükenmez vurgusu yapar. Buradaki temel ilahi mesaj, ilahi inayetin epistemik ve ideolojik olanı bastırmasıdır. Kur'an'ın neden geniş bir İsrailoğulları anlatımını aktardığını anlamak ancak onun kolektif hafızasının kodlarını çözmekle mümkündür.

4.

Firavun, İsrailoğullarından biri değil; bir Mısırlı olup Yahudileşmiş biridir. (ABD başkanı J. Biden'nın İsrailoğullarından olması gerekmiyor. Terör örgütünün bugünkü elebaşına sarılırken "Ben buraya bir siyonist olarak geldim." diyor.) Musa'nın yoldaşları dışında kalan İsrailoğulları da Yahudileşmiştir. Tespit edebildiğim kadarıyla bir-iki istisna hariç tüm ateist, deist, agnostik, fidesit vb. nanoş ve nahoş mankurtların İsrailoğullarından olması gerekmiyor.  Tamamı, kimi sessiz kalıyor bu zulme, kimi de açıktan siyonist safında yer alıyorlar. Yine yaptığım tüm gözlem, ve çalışmalarımda nesnel veriler açısından bu nanoş kimliklerin tamamı örtülü Kemalizm'dir. Kürt cenahında ise Kürt milliyetçileridir. Irak'ta binlerce kadına tecavüz ederek,  bir milyon insanı öldürerek ABD'nin onlara sağladığı görece sözde kazanıma borçlu olmanın travmatik güdüsüyle taraf tutuyorlar. Irak Kürt Bölgesel Yönetiminin yayın organlarının spikerleri, yazarları dahi baskın oranda Siyonistlerin safında yer almaktadır. Tabi burada da bir minnet-borç ilişkisi mevcuttur. Fakat "Şark'ın Sevgili Sultanı Selahaddin Eyyubi'nin" mirasına ihanet etmek de ancak bir borç boyunduruğu ile mümkündü. Bu siyonist projeye kurban edilen bu cephedeki Kürt vicdanı, bunun hesabını veremeyeceği gibi uzun vadede de Kürtlere büyük yıkımların zehirli tohumlarını ekmiş durumda. Oysaki acı çeken birinin, acı çekenin acısını herkesten daha iyi anlaması/empati kurması temel ilkedir. Ama borç ve minnetin lanetli diyalektiĝine düşmüş sözde/zavallı  Kürt aydını/medyası bu tutumuyla tarihte Kürtlerin başına gelmiş en büyük utancın damgasını yemiştir. Hakikati etnik aidiyetine indiegeyen zavallı Kürt aydını/medyası!  Efendilerine yaranmak için Avrupadaki Siyonist kurumlara başsağlığı dilemek üzere onların eşiklerini öpmektedir. Aydın olsaydınız Kürtler bu durumda olur muydu sorusu ise havada asılı kalsın.

 

Bu Yahudileşmede Firavun, bir Musa doğmasın diye bütün çocukları öldürür. Bu öldürme karşısında Firavunun safında yer alan ya da sessiz kalanlar da Musa'nın "Öldürmeyeceksin!" davetine "Ey Musa! Sen doğruyu söylüyorsun fakat karnımızı Firavun doyuruyor!" tavrı takınır. Bu tavır, tarihin tüm kriz dönemlerinde kendini açık bir şekilde ortaya koyar. Firavun ile Yezid aynı kavşakta buluşur.  Yezid'in safında yer alanlar Hüseyin için ağlar. Ali Şeriati'nin tespitiyle "Kılıçları Yezid'in safında olup da Hüseyin için ağlayanlar az değildir." Bugün yaşanan Siyonist soykırımı meşrulaştıran tavır da aynı tavırdır. Deniliyor ki "Evet, her on dakikada bir cocuk ölüyor, biz de üzülüyoruz ama İsrail'in kendini koruma hakkı var!"

5.

Siyonizim, Kabil'in mirasını sürdüren, tahrif edilmiş İsa'nın öğretisi ile tahrif edilmiş Musa'nın ögretisi üzerine yükselir.  Tahrifat, ancak hakikatin epistemik ve ideolojik indirgemesiyle gerçekleşir. Yahudi Göçebe Kimlik ile Greko-Roma Pagan kimliğinin teolojik oluşumu Marxçı kuramla dinsel karşıtlıktan doğar. Musa'nın öğretisi ırkçı bir teo-politik indirgemeye, İsa'nın öğretisi de pagan bir teo-politik indirgemeye uğratılarak tahrif edilmiştir. Musa'nın ve İsa'nın semantik öğretisi  bu tahrifatta -yani dinsel karşıtlığın aşılma imkanı olarak- Siyonizim olarak kendini yeniden radikal bir teo-politik terörizm ile var etmiştir. R. Garaudy, bunu en iyi fark eden düşünürlerden biri olarak ve dahi İsa'ya ve Musa'ya olan vefasını koruduğunu belirterek "Batı korkunç bir sözcüktür." der. Bu "korkunçluk" ilahi ve insani olanın indirgemesidir. Bu indirgeme, sözde bir Aydınlanma Felsefesi ile tüm kutsalı yeryüzünden sürgün eden, Tanrı'yı öldürme iddiası taşıyan, insanı biyolojik bir kadavra olarak kodlayan, doğayı metalaştıran vb. bir iddiadır. Yahudi bir düşünür olan T. Adorno ile Fransız Müslüman bir düşünür olan R. Garaudy de aynı kavşakta buluşturulduklarında Adorno bu korkunçluğun temel sebebini Aydınlanma Felsefesi'de bulur. Gerçekten Batı'nın bir aydınlanması olduysa nasıl oluyor da iki dünya savaşı ve bir Yahudi soykırımı ortaya çıkıyor? Bu bir Aydınlanma değil, bilakis faşizmin yani o "korkunç" sözcüğün kendisini felsefe libasıyla rasyonalize etmesinden başka bir şey değildir. Adorno bu rasyonal paganizmi, aklın araçsallaşmasına bağlar. Aydınlanma felsefesi aklı araçsallaştırınca araçsallaşan akıl her şeyi de araçsal/pratik gereksinimleri giderecek şekilde kodlayacak ve dünyada ne varsa onu metalaştıracaktır. Bu araçsallaştırma ve metalaştırma "kapitalizm" olarak kendisini var edecektir. Bunun temelinde de Aydınlanma Felsefesi vardır. Bu araçsal aklı  "faşizm" olarak kodlayan Adorno,  Aydınlanma Felsefesini "demirden kafes" filozoflarını da "demirden faşist kafalılar" olarak tanımlar. Bu demirden faşist kafalılar hangi filozoflardır? Hegel, Kant, Heidegger vb. Yirminci yüzyılın en büyük varlık filozofu olarak kabul edilen Heidegger, Nazilerin safında yer almış, Hitler ve Nazizme övgüler yağdırmıştır. Nazi soykırımı sonrası dahi özür dilemesi istenmiş fakat o bu talebi ırkçı Alman gururuna yediremeyerek, bu erdemi gösteremeyerek özür dilememiştir.

6.

Musa'nın ögretisini dünyayı metalaştırmanın aracı yapan Yahudilik ile Aydınlanma Felsefesi ile aklı araçsallaştıran Greko-Romen kavrayış, Siyonizim olarak tezahür eder. Roma'nın tahrif ederek kabul ettiği İsa,  ancak çarmıha gerilerek kabul görür. Bu kabul, Yahudiliğe karşı bir borçtur. Çünkü İsa, bir İslam peygamberidir, kolonizatör bir çete olan tahrifatçı Yahudilerin ve Roma'nın değil. Çarmıha gerdikleri İsa'nın ve Holokost'un borcunu ödemek için Siyonistlere sözde bir devlet verilmiştir. Roma sürgünü ve Holokost'tan geriye kalan Yahudiler bu borç ödemeyi bir minnet duygusu ile taşımaktadırlar. Borcun sadece büyük bir kısmı ödenmiş, minnetin ifasının büyük bir gereği, Filistinlilerin soykırımı ile devam etmektedir.

7.

Bu lanetli diyalektiği aşmanın bir yolu var mı? Korkarım ki şu an için yok. Karınları Firavun tarafından doyurulan ve kılıçları Yezid'in safında yer alan reel politik, uluslararası ilişkiler Tanrılarına inanç devam ettiği müddetçe bu durum da farklı coğrafyalarda, farklı formlarda ve farklı gerekçelerle devam edecektir. Çünkü Siyonizm, insanlığa karşı bir hınç duygusu olarak faşizmin rasyonalize edilmiş halidir.

 

Burada faşizm, borçlu ve minnetli olanın, hem birbirini dışlayan hem birbirini besleyen bir ittifakı olup sadece Siyonizim olarak tezahür etmektedir. Bu faşizmi G. Deleuze'un tespitiyle "Duyguları yakalayan ve öznellikleri yönlendiren bir makine olarak görebiliriz. Otoriter emeller ve kindar dürtüler (Siyonist hınç) burada birbirinden ayrılamaz; günümüzün moleküler faşizminin toprağı burasıdır." Bu faşizm, sadece zamanımızın değil tüm zamanlarda lanetlilerin aslında kendilerine verdikleri cezadır. Bu faşizmin yok edilmesi için mücadele etmek her erdem sahibinin görevidir. Fakat büyük oranda hakikat yine Deleuze'un tespitidir: Faşizmi tehlikeli kılan, moleküler ya da mikropolitik iktidarıdır, çünkü faşizm bir kitle hareketidir: totaliter bir organizmadansa, kanserli bir bedendir. Bu kanserli bedenin ölüp gitmesi nihai çözümdür.  Geriye tüm insanlığa kan ve göz yaşı bırakarak...

... Tilke eyyamu nudaviluha beyne'n nas.... Allahu nur'us-semavati vel'ard...

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement