Ticker

8/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

Türkiye Tipi Ateizm-1: Tabula Rasa ya da Klasik Koşullanma

[Bu yazıda ateizm kavramı "agnostizm, deizm,  fideizm,  apateizm" vb. tüm ideolojileri içeren bir bağlamdadır. Ateizm bunların çatı ideolojisidir.]

Türkiye Cumhuriyeti 100. yılına girmesine rağmen hala etnik ve dinsel kimliklerin kendileriyle barışık olmayan kısır bir döngüden çıkamamıştır. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte en temel nedeni, İslam ve Osmanlı bakiyesinin bizleri bir hayalet gibi hala takip ediyor olmasıdır.  Oysaki İslam/Osmanlı muhayyel bir geleceğin davasıdır ve tarihsel tohumumuzdur. Bu tohum, tarih nereye akarsa aksın her dem kök salacağı toprağı mutlaka bulacaktır ve medeniyetimizin köküdür. Kökü olmayan tohumun çiçek açmasını ve meyve vermesini beklemek ise havanda su dövmektir.

Bu coğrafyada Selçuklu, Eyyubi ve bunların devamı olan Osmanlı'nın kolektif tarih hafızası ve manevi varlığı yakamızı asla bırakmayacaktır. Yakasını yırtarak, parçalayarak bırakmaya çalıştığımız bu tarih ile yakamızı asla bırakmayacak olan bu hakikatin, bu iki kutbun arasında devinip duruyoruz. Haliyle bu bir devinim olmaktan ziyade benliğimizi ve kim/ligimizi her an sarsan bir bunalım olarak devam etmektedir. Kim/ligimize dair bu bunalım aynı zamanda karakter ve ahlak aşınmasına da neden olmaktadır. Safi ve sahih bir soruyla "Biz kimiz?" sorunun sahih bir cevabı da ancak geçmişimizle hasbi bir buluşmayla gerçekleşebilir. Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla vs. bu coğrafyanın halklarının beşiği batı tarafından sallanmaktadır. İnsanlığın beşiği olan Mezopotamya ile medeniyetler beşiği olan Anadolu da Koca Çınarlarının yıkılmasından bugüne kadar huzur bulamadılar.

Geçmişimizden koparıldığımızdan beridir ne kendimize gelebildik ne de huzurlu bir günyüzü görebildik. Kendisine gelemeyen bir bireyin, bir toplumun kimliği de sahici değil, sahte ve yapay olmaktan kurtulamayacaktır. Bu ülkenin ve bu coğrafyanın çocuklarını önce geçmişlerinden kopararak utandırdılar. Onlar da utanmanın farkında olmadan geçmişlerinden utanç duydular. Utancın ağır yükü altında kalkamayınca da savrulmaya başladılar. Geçmişin utancından kurtulmak için reddi mirasta bulunarak kim/lik ve karakter sahibi olacaklarına inandırıldılar. 

Reddi mirasın bir sonucu olarak tezahür eden kimlik bunalımının ağır utancından kurtulmak için tarihsel hafızanın lokomotifi olan İslam’ı ve İslam’ın kaynaklık ettiği medeniyeti hedef tahtasına koydular. Oysaki bu medeniyette Osmanlı'nın kuruluşunda yer alan en aktif zümreler dervişlerdi. Serhat Gazileri, Alperenler, Vefailer vb. İlk hankahlar Bizans sınırlarında kurulmuş ve daha sonra bu hankahlar tekke ve dergâhlara dönüşmüştü. İbrahim b. Edhem Hazretleri bile dervişleriyle birlikte Suriye sınırlarında Bizans'a karşı gaza ve cihad faaliyetinde bulunuyordu.  Osman Gazi'nin Şeyhi olan Şeyh Edebali bile bir Vefai Şeyhi idi. Osman Gazi, Şeyhine misafir olduğunda, kendisine ayrılan odada sabaha kadar uyumamış ve bunun nedenini soran şeyhine "Kur'an'ın olduğu bir yerde ayaklarımı uzatmaktan haya ederim." cevabını vermişti. Tarihimizin onur ve gurur kaynağı olan bu geçmiş ve bu edep sayesinde dört kıtada küresel bir barış tesis edilebilmişti.  Yine tarihçilerin kutbu olan rahmetli Halil İnalcık hocanın aktardığına göre özelde Osman Gazi'nin genelde kuruluş devrinde Osmanlı'nın yanı başında hep fakirler vardı. Yani toplumun en zayıf kesimleri... Neden? Çünkü İslam’daki gaza ve cihad bilinci evvelemirde mazlumlar için yapılır.

Ne ki Osmanlı'nın çöküşü ile tüm tarihsel hafıza terk edildi. Batı denilen soykırımcı, sömürgeci,  köleci bir zihniyet insanlığa kast etti. İnsanlık hafızasına "sömürgecilik, soykırım,  kölelik" kazıyan bu uygarlık, tüm küremizi Batılılaştırmak için her türlü zulmü sözüm ona bilim kılıfıyla rasyonalize ederek tüm insanlığı manipüle etti. Batılı beyaz adama göre sadece Batılılar insandı, geriye kalanlar homosapiensti.

Batı denilen tek dişi kalmış canavar, modern uzmanlık/bilim alanları (tarih, sosyoloji, psikoloji vb.) üzerinden kendisini aşılamaz bir merkez olarak ortaya koyarken kendisi dışında kalan tüm toplumları insan-dışılaştırdı.  Aslında Hümanizm, batı dışı toplumlar için de-hümanizmdi. Sömürgeciliğin felsefi üst yapısı olan demirden faşist Aydınlanma Felsefesini tüm insanlığın üzerine boca ederek "Hümanizm,  Komünizm, Marksizm, Sosyalizm, Faşizm, Darwinizm vb." gibi ideolojilerle batı dışı toplumları kendi geçmişlerinden utandırarak boşalttığı hafızasını bunlarla doldurdu. Bu durum iki dünya savaşına neden oldu. Soğuk Savaş Dönemi’nde de bu ideolojik operasyonlar devam etti. 1990'lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle Soğuk Savaş Dönemi’nin bitişini ilan ederken bu makro-ideolojilerin de miatlarını doldurduklarını ilan ederek geriye tek bir seçeneğin kaldığını ilan etti: Liberal demokrasi... Bununla birlikte yeni bir hafıza boşaltma operasyonunu devreye sokarak "Tarihin Sonu"nu (Fukayama ve Huntington) ilan ettiler. Tarihin sonu, Medeniyetler Çatışması demekti. Bu yeni süreç, Aydınlanma Felsefesi ve onun kolonizartör ideolojileri ile doldurulamazdı.  Çünkü bu ideolojiler modernitenin ürünüydüler. Ama modernite bitmiş artık Post Modernite ya da Post Truht çağına girilmiştir. Bu çağın alamet-i farikası sadece bireyin merkez oluşuna dayanır. Özne kibrine dayalı öznellikler (bireysellik/bireycilik) toplumsal makro ideolojiler ile ayarlanamaz.  Çünkü öznel olan için makro değil minör/mikro bir mühendislik gerekir. İşte ateizm, deizm, agnostizm, fideizm, lgbt gibi nanoş ideolojiler bu mühendisliğin ürünleri olarak pazarlanmaya başlandı. Hafızası boşaltılan bu coğrafyanın çocukları Soğuk Savaş Dönemi boyunca makro ideolojiler ile ya uyutuldu ya çatıştırıldı. 


Bugün için ise boşaltılan hafıza, mikro ideolojiler ile doldurulmaktadır. Batılı beyaz adamın "homosapiens" olarak kodladığı batı dışı halkların çocuklarının hafızası J. Lock'un "tabula rasa"sı olarak kullanılmaktadır. Bu bilişsel operasyonlar, davranışsal operasyonlar ile tamamlanmaktadır. Davranışsal operasyonlar açısından ise batı dışı halklar klasik koşullanmaya tabi tutulması gereken Skinner'in deney fareleridir. Zil çalar; fare peynire gelir. Zil çalar, köpek ete gelir. Tüm bu makro ve mikro ideolojiler ya farenin peyniridir ya da köpeklerin etidir. Zili çalan ise belli...

Ve ateist güruh, batı için ya fare ya da köpektir. Bu ifadeler hakaret değil, ideolojik eğitim pedagojisiyle ilgilidir. Felsefi açıdan ise epistemik zehirlenmeyle, psiko-sosyal tarih açısından ise mankurtlukla...

Beyni tabula rasa, davranışsal üretimi klasik koşullanmaya (fare ve köpek) uğratılmış Türkiye tipi ateizmin neden ahlaksız olduğu bu metin boyunca metne sindirilmiş olan kodlarda mevcuttur. Utancın ağır öfkesi ise mankurt olarak tezahür etmektedir. Mankurtluk, artık büyük bir ideolojidir içimizde. Bize silah doğrultan, geçmişimize, inancımıza, değerlerimize kısaca bizi var eden her şeye ahlaksızca saldıran bir ideoloji… Ovamıza, dağımıza, yaylalarımıza, tarlalarımıza; ağaçlarımıza, çiçeklerimize, suyumuza; kuzularımıza düşman bir ideoloji… Sadece adı ateizm…


Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement