Ateizm, insanın felsefi bir arayışı olmaktan çok dini metinlerin literal okunması, kategorik ve algısal indirgemelere tabi tutulması; kimi din adamlarının, dini kurumların, dindar insanların veya dini anlayışların ortaya çıkardığı sorunlara tepki olarak bir tür red/inkâr olarak tezahür etmektedir. Her ne kadar felsefe ve bilim/cilik burada ön plana çıksa da baskın durum budur. Burada bilim ve felsefe sadece birer araç olarak işlev görmektedir. Dolayısıyla özelde ateizm, genelde deizm, agnostizm, fideizim vb. inançlar kendilerini "Tanrı'nın varlığının reddi ve inkârı" üzerine bina etmektedir. Bu yönüyle de bu inançlar birer düşünme etkinliği değil, aklın inkâr etkinliğidir. Bir düşünme biçimi, kendini var etmenin imkân alanı olarak başka bir düşünceyi inkâr etme üzerine kuruyorsa orada düşünsel bir eylemden, felsefi bir etkinlikten söz edilemez. En nihayetinde akıl, inkâr ettiği varlık alanından hareket etmek zorundadır ki bu da onu inkâr ettiği şeye karşı ondan beslenmekten başka bir çare bırakmamaktadır. Buradaki "inkâr" kendisine alan açmak için başkasının yokluğunu kaçınılmaz hale getirmektedir. Başkasının yokluğu üzerine kendi varlığını kurgulayan bir düşünme/inanma biçimi, yok etmek istediği şeye karşı büyük bir nefret biriktirir. Nefret ise aklı örten en büyük perdedir. Bu yönüyle ateist tutum aklın ve varlığın üstünün nefretle örtülmesidir.
Ateizmin
felsefi bir etkinlik ve buna bağlı bir hakikat arayışı olmadığı felsefe tarihi
ve insanlığın felsefi gelenekleri ile de çelişir. Hiçbir felsefi akım, bir
başka felsefi akımı doğrudan red ve inkâr etmez. Felsefi ekoller birbiriyle
karşı karşıya gelir, birbirini besler, tutarlı ve geçerli argümanlarla karşı
çıktığı argümanın zayıf taraflarını ortaya koyarak onları elemeye tabi
tutar. Bu yönüyle de felsefi ve bilimsel
etkinlikler red ve inkâr ile değil birikimsel olarak ilerler.
Ateistlerin
düşünsel bir etkinlikte bulunabilmeleri için öncelikle ontoloji, felsefe ve
bilim felsefesi, dil felsefesi ve ahlak vb. temel alanlardan red ve inkârla
değil düşünsel etkinlikle ilerlemeleri gerekir.
Ontolojik
açıdan öncelikle varlığın bir yaratıcısı olmadığını iddia etmek için esaslı bir
ontoloji gerekir ki bu ontoloji metafizik içerimli olmak zorundadır. Bu
ontolojinin temel sorusu da "Varlık,
kendi kendisini var etme potansiyeline özsel olarak sahip midir, değil
midir?" Çünkü "Varlık nedir?" sorusu bu varlığın özsel yaratıcılığı
ile ilgilidir. Varlığın kendi kendisini "özsel" olarak var etme
potansiyeline sahip olduğunu iddia etmek varlıkta nedenselliği ve çokluğu asla
açıklayamaz. Örneğin bir elma özsel olarak kendi kendini var etme potansiyeline
sahipse bir kedi nasıl var oluyor? Bu nedenle her varlığa özsel bir yaratıcılık
ve nedensellik yüklemek kadar tutarsız bir düşünme eylemi olamaz. Varlıktaki
çokluğu özsel tekil bir nedenselliğe bağlamak evreni sayısız tanrılarla
doldurmaktır ki bu da farkında olmadan ateizmi hiper politeizme
düşürmektedir. Bu anlamda ateizm bir
hiper politeizmdir.
"Tanrı
yoktur." önermesi dilsel mantık açısından geçersizdir. Bu yargıdaki yüklem olan sözcüğün
(yoktur) öznesi Tanrı'dır. Dilin
mantığının bilişsel kaynağı ve tutarlılığı açısından önermenin kendisi geçersiz
duruma düşmektedir. Bu ateist argümanın yargısı zaten özneden hareket
etmektedir. Öznesiz yargıda bulunamayan bir argüman, argümanını üzerine kurduğu
yargının öznesinin varlığını inkâr etmektedir; bu ise tutarsızlıktır. Tanrı,
dilin söz dizimi ile ifade edilen bir hakikattir. Tanrı, dile tecelli ediyorsa,
Tanrı'nın bilincin dilsel kullanımı ile inkârı mümkün değildir. Çünkü dil
burada bilincin kendini dışa vurmasıdır.
Haliyle Lacan’cı psikanlize göre “Bilinçaltı dile göre yapılanır.” hükmü
şu açıdan geçersizdir: Tam aksine “Bilinç, dili yapılandırır.” Kavramlar,
argümanlar bilincimiz tarafından yapılandırılarak iletişim sürecine girer.
Dolayısıyla
Tanrı'nın varlığı bilince kazınmış bir hakikattir ve bu hakikatin inkârı olan
"Tanrı yoktur." yargısının hiçbir hükmü yoktur. "Tanrı
yoktur." önermesi mantıksal açıdan "Taş kördür." gibi bir
çelişikliktir. Taşın görme özelliği
olmadığı için bu önerme geçersizdir.
"Tanrı yoktur." önermesi de yokluğa göndermede bulunur. Oysaki
mantıksal bir önermedeki gönderme varlıksız bir "yokluk" içeremez.
İçerse dahi sadece "geçici bir olmama" durumunu yüklenen bir önerme
olur.
Varlığa
amaç yükleyen ancak onun var edilmişliğidir. Varlık amaçtan yoksun ise en basit
örnekle bir tavuk neden yumurta yapar? Bilim bunun sadece nedenselliğini
açıklar. Amaçsallık (gayelilik/gaiyyet) ise bunun ontolojik, gaybi ve
metafiziksel cevabını verir. Bu da bizi, varlığının amaçsallığını ortaya koyan
dine götürür.
Varlığın
amacı yoksa onun ahlaki bir zeminde hangi referanslarla ele alınacağı da
boşluğa düşer. Çünkü varlığın "var olması" "hiçlik" üzerine
kurulamaz. Hiçliğe varlıksal bir göndermede bulunmanın imkânı yoktur. Varlıksal
bir göndermede bulunamadığımız bir alandan varlığı türetmek, aklın abesle
iştigali olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Burada ateist bir ahlakın mümkün
olup olmadığı sorusu da geçerliliğini yitirir. Bu bağlamda ateizm, varlığın amaçtan ve ahlakilikten
düşürülmesidir. Çünkü varlık bir amaca binaen zaman ve mekânda örgütlenerek bir
formu kazanmayı bir hedefe kilitlenerek yapar. Varlığı, hedefi ve amacı olmayan
bir konuma düşürmek onu ahlakilikten arındırmaktır. Çünkü hedefin ve amacın
olmadığı yerde ahlakilikten söz edilemez.

Bugün
için Kur'an'ın mesajı açık ve berraktır. Modern ve post modern bilgi sistemleri
her tarafı manipüle etse de, kimi dini anlayışlar hakikati bulandırsa da. Çünkü
bunu bizzat Kitab'ın kendisi vurgular: Zalike'l kitap-la raybe fih-huden lil
muttakin... Bu kitap... Kendisinde şüphe yoktur, söylemi ve mesajı açısından
berraktır... Kime? Sorumluluk bilinci taşıyan herkese... Sorumluluk bilinci ise
insanın, insanca bir hakikat talebidir. Bu veçhe ile vakıada cereyan eden
ateizm-deizm-agnostizm-fideizm-apateizim gibi akımların, belki binde bir
istisnalar hariç- hakikat ve hikmet talebi yoktur. Dolayısıyla Müslüman bir
bireyin bunları muhatap alması nefesin berhava edilmesidir. Biraz ağır olsa da
mecaz hakikate işaret eder kabilinden "Eşeğin kulağına Fatiha, devenin
kulağına Yasin okunmaz."
Ateistlerin
Tanrı'nın varlığını inkâr ederken başvurdukları felsefi, teolojik, ontolojik
vb. argümanların neredeyse tamamı tarihte ele alınmış argümanlardır. Bu konuda
sadece bir örnek olması açısından Mutezili bir düşünür olan Kadı Abdülcebar'ın
"Delailin Nübüvve" (Peygamberliğin Delilleri) adlı eserine bakmak
bile yeterlidir. Bir başka popüler örnek de totoloji içeren İbn-i Hazm’ın
mantık yürütmesidir.
-Kur'an'ın
Allah kelamı olduğunu kim söylüyor?
-Muhammed
(as.)
-Muhammed’in?
(as.) peygamber olduğunu kim söylüyor?
-Kur'an.
Bu
argüman bir delil olarak kullanılamaz çünkü argüman kısırdöngüye düşmektedir. O
halde Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna neden inanalım? diye sorar İbn-i Hazm.
Tek bir gerekçe vardır elimizde, der İbn-i Hazm "Hz. Muhammed asla yalan
uyduracak biri değildir. O güvenilir bir insandır." Bu argümanın referansı
tarihin tüm kaynaklarıdır. Ateistlerin ahlaki olmayan bir tutumla bu argümanı dahi
referans göstermeden kullanmaları da garabetin ötesinde ilimden ne kadar uzak
olduklarını göstermektedir. Diğer bir argüman ise "Tanrı evreni yarattıysa
Tanrı’yı kim yarattı?" argümanıdır. Tabi ki bu argüman da bir kısır döngü
argümanı olarak popüler bir şekilde ahlaki ve ilmi hiçbir kaide gözetilmeksizin
kullanılmaktadır. Bilimsel veriler
üzerine bina edilen ve argüman gibi görülen bütün iddialar bilimcilik yapılarak
kullanılan sloganlardan öteye geçmemektedir. Bilimsel verilerden hareketle
ortaya koyacağımız tutarsızlıkları ise bir başka yazıda ele alacağız.
Sonuç
olarak deizm, agnostizm, fideizm,
apateizm gibi iddialar birer düşünce değil; ateizmden önceki duraklardır. Bu inançlar, Tanrı'nın "âlem-âdem"
ilişkisinden hareket etseler de ateizme yalakalıktır. Ateizm ise tutarsızlıkların tutarsızlıklarını
slogan olarak kullanan din karşıtı mikro bir ideolojidir. Ateizm bir karşıtlık
ideolojisidir. Düşünsel, inançsal veya
felsefi bir hakikat arayışı değildir. İnkâra dayalı ve dayandığı
tutarsızlıkları tutarsız sloganlara dönüştüren nefsin akla ket vurmasıdır. En nihayetinde ateizm, bir varlık soruşturması değil; varlıkla olan
mutabakatını kaybetmiş bir aklın kısa devreye uğramış inancıdır.
Kısa
devreye uğramış olan bu akıl, Gazze'de alenen yapılan soykırımı, bırakın kınamayı, meşrulaştırmak için en
ahlaksız söylemlere başvurarak efendilerine hizmet etmeyi borcun ifası olarak
yerine getirmektedir. Çünkü ateizm, insanlık vicdanın ve asgari ahlakiliğin
mutabakatına sahip bir inanç değildir. Bu yazı boyunca ele alınan bütün
tutarsızlıklar bu ahlaksızlığın referans çerçevesini oluşturmaktadır.
Açıklama: Bu makale felsefi olarak yazıldığı için
"Tanrı" kavramı kullanılmıştır. Bir mümin için "Allah, kendisini
hangi isimlerle isimlendirip bize bildirmişse O'nu o isimlerle anmak ve O'na o
isimlerle münacatta bulunmak, O'na karşı edebin, hürmetin ve saygının
gereğidir." Ki Kur'an'ın bu konudaki ilkesi açıktır:
En
güzel isimler Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin, O’nun isimleri
hakkında doğru inançtan sapanları kendi başlarına bırakın. Onlar yaptıklarının
cezasını çekeceklerdir! (A'raf 180).
0 Yorumlar