Ticker

8/recent/ticker-posts

Ad Code

Responsive Advertisement

Türkiye Tipi Ateizm-2: Devenin Kulağına Yasin Okumak!

Ateizm, insanın felsefi bir arayışı olmaktan çok dini metinlerin literal okunması, kategorik ve algısal indirgemelere tabi tutulması; kimi din adamlarının, dini kurumların, dindar insanların veya dini anlayışların ortaya çıkardığı sorunlara tepki olarak bir tür red/inkâr olarak tezahür etmektedir. Her ne kadar felsefe ve bilim/cilik burada ön plana çıksa da baskın durum budur. Burada bilim ve felsefe sadece birer araç olarak işlev görmektedir. Dolayısıyla özelde ateizm, genelde deizm, agnostizm,  fideizim vb. inançlar kendilerini "Tanrı'nın varlığının reddi ve inkârı" üzerine bina etmektedir. Bu yönüyle de bu inançlar birer düşünme etkinliği değil, aklın inkâr etkinliğidir. Bir düşünme biçimi, kendini var etmenin imkân alanı olarak başka bir düşünceyi inkâr etme üzerine kuruyorsa orada düşünsel bir eylemden, felsefi bir etkinlikten söz edilemez. En nihayetinde akıl, inkâr ettiği varlık alanından hareket etmek zorundadır ki bu da onu inkâr ettiği şeye karşı ondan beslenmekten başka bir çare bırakmamaktadır. Buradaki "inkâr" kendisine alan açmak için başkasının yokluğunu kaçınılmaz hale getirmektedir. Başkasının yokluğu üzerine kendi varlığını kurgulayan bir düşünme/inanma biçimi, yok etmek istediği şeye karşı büyük bir nefret biriktirir. Nefret ise aklı örten en büyük perdedir. Bu yönüyle ateist tutum aklın ve varlığın üstünün nefretle örtülmesidir.

Ateizmin felsefi bir etkinlik ve buna bağlı bir hakikat arayışı olmadığı felsefe tarihi ve insanlığın felsefi gelenekleri ile de çelişir. Hiçbir felsefi akım, bir başka felsefi akımı doğrudan red ve inkâr etmez. Felsefi ekoller birbiriyle karşı karşıya gelir, birbirini besler, tutarlı ve geçerli argümanlarla karşı çıktığı argümanın zayıf taraflarını ortaya koyarak onları elemeye tabi tutar.  Bu yönüyle de felsefi ve bilimsel etkinlikler red ve inkâr ile değil birikimsel olarak ilerler.

Ateistlerin düşünsel bir etkinlikte bulunabilmeleri için öncelikle ontoloji, felsefe ve bilim felsefesi, dil felsefesi ve ahlak vb. temel alanlardan red ve inkârla değil düşünsel etkinlikle ilerlemeleri gerekir.


Ontolojik açıdan öncelikle varlığın bir yaratıcısı olmadığını iddia etmek için esaslı bir ontoloji gerekir ki bu ontoloji metafizik içerimli olmak zorundadır. Bu ontolojinin temel sorusu da "Varlık,  kendi kendisini var etme potansiyeline özsel olarak sahip midir, değil midir?" Çünkü "Varlık nedir?" sorusu bu varlığın özsel yaratıcılığı ile ilgilidir. Varlığın kendi kendisini "özsel" olarak var etme potansiyeline sahip olduğunu iddia etmek varlıkta nedenselliği ve çokluğu asla açıklayamaz. Örneğin bir elma özsel olarak kendi kendini var etme potansiyeline sahipse bir kedi nasıl var oluyor? Bu nedenle her varlığa özsel bir yaratıcılık ve nedensellik yüklemek kadar tutarsız bir düşünme eylemi olamaz. Varlıktaki çokluğu özsel tekil bir nedenselliğe bağlamak evreni sayısız tanrılarla doldurmaktır ki bu da farkında olmadan ateizmi hiper politeizme düşürmektedir.  Bu anlamda ateizm bir hiper politeizmdir.

"Tanrı yoktur." önermesi dilsel mantık açısından geçersizdir.  Bu yargıdaki yüklem olan sözcüğün (yoktur)  öznesi Tanrı'dır. Dilin mantığının bilişsel kaynağı ve tutarlılığı açısından önermenin kendisi geçersiz duruma düşmektedir. Bu ateist argümanın yargısı zaten özneden hareket etmektedir. Öznesiz yargıda bulunamayan bir argüman, argümanını üzerine kurduğu yargının öznesinin varlığını inkâr etmektedir; bu ise tutarsızlıktır. Tanrı, dilin söz dizimi ile ifade edilen bir hakikattir. Tanrı, dile tecelli ediyorsa, Tanrı'nın bilincin dilsel kullanımı ile inkârı mümkün değildir. Çünkü dil burada bilincin kendini dışa vurmasıdır.  Haliyle Lacan’cı psikanlize göre “Bilinçaltı dile göre yapılanır.” hükmü şu açıdan geçersizdir: Tam aksine “Bilinç, dili yapılandırır.” Kavramlar, argümanlar bilincimiz tarafından yapılandırılarak iletişim sürecine girer.

Dolayısıyla Tanrı'nın varlığı bilince kazınmış bir hakikattir ve bu hakikatin inkârı olan "Tanrı yoktur." yargısının hiçbir hükmü yoktur. "Tanrı yoktur." önermesi mantıksal açıdan "Taş kördür." gibi bir çelişikliktir.  Taşın görme özelliği olmadığı için bu önerme geçersizdir.  "Tanrı yoktur." önermesi de yokluğa göndermede bulunur. Oysaki mantıksal bir önermedeki gönderme varlıksız bir "yokluk" içeremez. İçerse dahi sadece "geçici bir olmama" durumunu yüklenen bir önerme olur.

Varlığa amaç yükleyen ancak onun var edilmişliğidir. Varlık amaçtan yoksun ise en basit örnekle bir tavuk neden yumurta yapar? Bilim bunun sadece nedenselliğini açıklar. Amaçsallık (gayelilik/gaiyyet) ise bunun ontolojik, gaybi ve metafiziksel cevabını verir. Bu da bizi, varlığının amaçsallığını ortaya koyan dine götürür.

Varlığın amacı yoksa onun ahlaki bir zeminde hangi referanslarla ele alınacağı da boşluğa düşer. Çünkü varlığın "var olması" "hiçlik" üzerine kurulamaz. Hiçliğe varlıksal bir göndermede bulunmanın imkânı yoktur. Varlıksal bir göndermede bulunamadığımız bir alandan varlığı türetmek, aklın abesle iştigali olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Burada ateist bir ahlakın mümkün olup olmadığı sorusu da geçerliliğini yitirir. Bu bağlamda ateizm,  varlığın amaçtan ve ahlakilikten düşürülmesidir. Çünkü varlık bir amaca binaen zaman ve mekânda örgütlenerek bir formu kazanmayı bir hedefe kilitlenerek yapar. Varlığı, hedefi ve amacı olmayan bir konuma düşürmek onu ahlakilikten arındırmaktır. Çünkü hedefin ve amacın olmadığı yerde ahlakilikten söz edilemez.

Bugün için Kur'an'ın mesajı açık ve berraktır. Modern ve post modern bilgi sistemleri her tarafı manipüle etse de, kimi dini anlayışlar hakikati bulandırsa da. Çünkü bunu bizzat Kitab'ın kendisi vurgular: Zalike'l kitap-la raybe fih-huden lil muttakin... Bu kitap... Kendisinde şüphe yoktur, söylemi ve mesajı açısından berraktır... Kime? Sorumluluk bilinci taşıyan herkese... Sorumluluk bilinci ise insanın, insanca bir hakikat talebidir. Bu veçhe ile vakıada cereyan eden ateizm-deizm-agnostizm-fideizm-apateizim gibi akımların, belki binde bir istisnalar hariç- hakikat ve hikmet talebi yoktur. Dolayısıyla Müslüman bir bireyin bunları muhatap alması nefesin berhava edilmesidir. Biraz ağır olsa da mecaz hakikate işaret eder kabilinden "Eşeğin kulağına Fatiha, devenin kulağına Yasin okunmaz."

Ateistlerin Tanrı'nın varlığını inkâr ederken başvurdukları felsefi, teolojik, ontolojik vb. argümanların neredeyse tamamı tarihte ele alınmış argümanlardır. Bu konuda sadece bir örnek olması açısından Mutezili bir düşünür olan Kadı Abdülcebar'ın "Delailin Nübüvve" (Peygamberliğin Delilleri) adlı eserine bakmak bile yeterlidir. Bir başka popüler örnek de totoloji içeren İbn-i Hazm’ın mantık yürütmesidir.

-Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu kim söylüyor?

-Muhammed (as.)

-Muhammed’in? (as.) peygamber olduğunu kim söylüyor?

-Kur'an.

Bu argüman bir delil olarak kullanılamaz çünkü argüman kısırdöngüye düşmektedir. O halde Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna neden inanalım? diye sorar İbn-i Hazm. Tek bir gerekçe vardır elimizde, der İbn-i Hazm "Hz. Muhammed asla yalan uyduracak biri değildir. O güvenilir bir insandır." Bu argümanın referansı tarihin tüm kaynaklarıdır. Ateistlerin ahlaki olmayan bir tutumla bu argümanı dahi referans göstermeden kullanmaları da garabetin ötesinde ilimden ne kadar uzak olduklarını göstermektedir. Diğer bir argüman ise "Tanrı evreni yarattıysa Tanrı’yı kim yarattı?" argümanıdır. Tabi ki bu argüman da bir kısır döngü argümanı olarak popüler bir şekilde ahlaki ve ilmi hiçbir kaide gözetilmeksizin kullanılmaktadır.  Bilimsel veriler üzerine bina edilen ve argüman gibi görülen bütün iddialar bilimcilik yapılarak kullanılan sloganlardan öteye geçmemektedir. Bilimsel verilerden hareketle ortaya koyacağımız tutarsızlıkları ise bir başka yazıda ele alacağız.

Sonuç olarak deizm,  agnostizm, fideizm, apateizm gibi iddialar birer düşünce değil; ateizmden önceki duraklardır.  Bu inançlar, Tanrı'nın "âlem-âdem" ilişkisinden hareket etseler de ateizme yalakalıktır.  Ateizm ise tutarsızlıkların tutarsızlıklarını slogan olarak kullanan din karşıtı mikro bir ideolojidir. Ateizm bir karşıtlık ideolojisidir. Düşünsel,  inançsal veya felsefi bir hakikat arayışı değildir. İnkâra dayalı ve dayandığı tutarsızlıkları tutarsız sloganlara dönüştüren nefsin akla ket vurmasıdır.  En nihayetinde ateizm,  bir varlık soruşturması değil; varlıkla olan mutabakatını kaybetmiş bir aklın kısa devreye uğramış inancıdır.

Kısa devreye uğramış olan bu akıl, Gazze'de alenen yapılan soykırımı,  bırakın kınamayı, meşrulaştırmak için en ahlaksız söylemlere başvurarak efendilerine hizmet etmeyi borcun ifası olarak yerine getirmektedir. Çünkü ateizm, insanlık vicdanın ve asgari ahlakiliğin mutabakatına sahip bir inanç değildir. Bu yazı boyunca ele alınan bütün tutarsızlıklar bu ahlaksızlığın referans çerçevesini oluşturmaktadır.

Açıklama: Bu makale felsefi olarak yazıldığı için "Tanrı" kavramı kullanılmıştır. Bir mümin için "Allah, kendisini hangi isimlerle isimlendirip bize bildirmişse O'nu o isimlerle anmak ve O'na o isimlerle münacatta bulunmak, O'na karşı edebin, hürmetin ve saygının gereğidir." Ki Kur'an'ın bu konudaki ilkesi açıktır:

En güzel isimler Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin, O’nun isimleri hakkında doğru inançtan sapanları kendi başlarına bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir! (A'raf 180).

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Ad Code

Responsive Advertisement